Ana içeriğe atla

Kütüphaneden #2 - Braudel'in Bellek ve Akdeniz'i: Roma Akdeniz'in Tamamı Haline Geliyor




Yüzyıllar boyunca aynı bölgelerden birçok farklı kültür ve medeniyet geçti. Geçmişte böyleydi ve gelecekte de böyle olmaya devam edecek. Fernard Braudel’in kitabı için bahsedeceğimiz çok fazla kültüre ve medeniyetlere ev sahipliği yapan bölge büyük bir iç deniz olan Akdeniz’dir.

Her ne kadar farklı kültürleri ve medeniyetleri ağırlasa da Akdeniz insanı birbirinden çok farklı değildir. Akdeniz için tarih tekerrürden ibaret değilse de, hep aynı kumaştan dokunmuştur, der Braudel.

Bütün dağlar, bütün taşlar Akdeniz’in bir ürünüdür. Akdeniz ise Tethys’in sularından geriye kalan kütledir. Akdeniz’e kıyısı olan her halk aynı kaderi yaşama potansiyeline sahiptir. Olympos Dağı, Herakles Sütunları geçidi bölgesi, Çatalhöyük’teki yanardağ patlama duvar resimleri, Sahra Çölü, Nil Deltası, Kudüs’ü ile bir bütün, ortak bir mirastır.

Ege’deki Adalar, Sicilya, Girit, İtalya Yarımadası, Anadolu Yarımadası, Yunanistan Yarımadası hepsi bir kültürün temsilcisidir. Akdeniz Kültürü’nün.

Roma büyük bir imparatorluk kurdu. Bu aslında bir Roma emperyalizmiyle başarılabilmiştir. Emperyalizm içi boş bir kelime değildir. Bilinçli bir fetih iradesini beraberinde getirmekte, terazisinde ağır basabilmek için görkemli ve kalıcı bir başarıyı şart koşmaktadır, emperyalizm. Ancak bu noktada her imparatorluk bunu başaramaz ve başaramadı da. Bir Roma emperyalizminden söz edebiliriz ancak bir Makedon emperyalizminden söz edemeyiz.

Roma ufak çaplı savaşlarla ve isyanlarla askeri açıdan yıpranmadı. Bu ilk zamanlarda işine oldukça yaradı. Kelt[1] istilası ve onlarla yaptıkları savaşlar bunun bir örneğidir. Ama hem İtalya yarımadasında hem Akdeniz’de belli bir ağırlığa sahip olması Pön Savaşlarından sonra meydana geldi.

Başka bir Akdeniz kenti olan Kartaca[2] ile yapılmış Pön Savaşları Akdeniz’in geleceği için önemli bir dönemeç oldu. Mamertinlerin[3] Messina’yı işgal edebilmesi için hem Roma hem Kartaca’dan yardım istemesi üzerine patlak veren bu savaşın başlangıcından yüz yıl sonra Kartaca bölgesi ‘Africa’ adında bir eyalet haline getirildi. Roma Batı Akdeniz’in hakimi oldu.

Kartacalıların Hannibal[4] ile bir kazanma süreçleri vardır. Bu süreçte bu iki kentin savaşına dahil olan Makedonya başta yapmak istediklerini yapsa da Roma’ya, ilerleyen yıllarda daha fazla karşı gelemedi. Makedonya ile yüzünü Doğuya dönen Roma için buralar artık bir savaş alanı, mare nostrum[5] başarısı için önemli bir ayaktı.

Fethetmek çoğu zaman fethedilen bölgede hakimiyet kurabilmekten daha kolaydır. Roma ise ikisini de kolay yapmak istedi. Başarısının sırrı ne idi? Öncelikle günümüzde jeopolitik konum denen olgunun tarihin ilk zamanlarından itibaren ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Roma’nın üstünlük sağladığı durumda iç ulaşımda ona üstünlük sağlayan konumuydu.

Konum bir yere kadar ama idare edebilmeyi başarırsan uzun bir zaman hakimiyet kurarsın. Roma da halkı iyi idare edebilme işini başardı. Kendini belli bir sabır ve dürüstlük göstermeye zorladı. Kan ve dil bakımından ona yakın olan halklar için Roma pek sorun değildi zaten. Tam yurttaşlıkla istedikleri gibi imparatorluğun bir üyesiydiler. Kan ve dil bakımından yakın olmayanlara tam yurttaşlık yoktu ancak yarı-yurttaşlık tarzı bir statüyle imparatorluğun bir üyesiydiler.

Roma bir kentler federasyonun üzerine kuruldu. Kentler kendi iç işleriyle uğraşıyorken Roma‘da bütünün yönetimini aldı. Bu da yükselmesinde yardımcı bir etkendir.

Doğu medeniyetlerinin bütün önemli kentleri Akdeniz’in kıyısındaydı. Herkes bu durumdan faydalanıyordu. Roma ise daha büyük düşünerek kendi denizi haline getirmek istedi. Başarılı oldu da. Denizin doğusu ile batısını bu iki ayrı âlemi birleştirdi. Sadece denizi değil, insanları ve kültürleri de birleştirdi. 200 yılından 31 yılındaki Mısır’ın Roma eyaleti olması durumuna kadar milyonlarca insan öldü. Milyonlarca kilometre katedildi. Sonunda zafer Roma’nın oldu.

Doğu kolay kolay pes olmamıştı. III. Alexander’dan[6] sonra onun komutanları, öksüz kalmış imparatorluğu kendi aralarında paylaştılar ve o büyük imparatorluktan geriye hiçbir şey kalmadı. Belki de bu Doğu’nun sonunu hazırlayan olaylardan biri oldu.

Doğu’da yerel krallar Roma’yla çarpıştı ancak, nereye kadar böyle bir ordu ve devlet karşısında dayanabilirsin?

İ.S. 170’ten itibaren içerisinde bulunulan bolluk ve bereket tersine dönmeye başladı. Buğday fiyatları başını aldı gitti, hayat düzeni çöktü, toplumsal karışıklıklar salgın hastalıklar gibi yayıldı. Siyaset ve ekonomik gerileme imparatorluğu zor durumlarda bırakmıştır. Bu durum Sulla ile düzelmeye başlamış ve Caesar[7] döneminde toparlanmıştır.

Bu kadar büyük bir imparatorluğu savunmak her zaman zorlu bir iş oldu. Kuzeyli kavimler olan Kimberler ve Tötonlar kapıya dayandı. Bu durum gelen insan seli ile tarif edilmiştir. Bu tür savaşlarda galip gelmek Roma’ya yalnızca bir zafer kazandırmıyordu. Aynı zamanda bir sürü satılık köle ve çalıştırılmak üzere insan gücü kazandırıyordu. Sonunda bu kavimlerde yenildi ve bu duruma düşmekten kurtulamadılar.

Kuzeyden gelen sorun bu iki kavimle sınırlı değildir. Aynı zamanda Keltler ve Germenlerde[8] vardır. Roma’nın her daim baş belaları. Romalıların gözünde Keltler ve Germenlar arasında bir fark yoktu, sadece Germenler berikilerden daha vahşiydi.

Caesar döneminde bu kavimlerle savaşlar yapılmaya devam etti. Ancak Caesar döneminde başka bir olay daha oldu. Galya fethedildi. Şimdi bu bölge Roma ve Germania arasında bir tampon bölge gibi olacaktı. Zaten Roma fethedemese Germenler tarafından fethedilecekti. Bu bölge de Roma’nın toprağı oldu.

Bunu yaparken Caesar’ın aklında daha sonra fethedilecek bir Germania veya İngiliz Adası yoktu, umurunda değildi. Onun aklındaki, Roma varlığına ve egemenliğine alıştırılması gereken bir Galya vardı.

Roma tarihinin en büyük başarısı hiç kuşku yok ki Akdeniz’in fethidir, ama ikinci sırada da Galya’nın fethi, muazzam bir insan kitlesinin Roma düzeni içine sokulması yer alır. Galya’nın nüfusu belki de tüm İtalya’nın üç katıdır ve Roma, hizmetine girmiş bu insan kitlesinin sırtından sık sık geçinmiştir.

Fetihler, isyanlar, savaşlar devam eder. Sıra bir başka önemli bölgeye gelir, Daçya[9]. Traianus döneminde fethedildi. Traianus şöyle tanımlanabilir; imparatorluğa yeniden bir parıltı kazandıracak, ikinci baharını yaşatacak kişi.

Daçya’nın fethedilmesi Roma’ya önemli bir şey kattı. Daçya Altını. Bununla birlikte büyük inşaatlar rahatlıkla finanse edildi.

Traianus’tan sonra Hadrianus başa geçti. Traianus’un Fırat’ın ilerisinde kurduğu eyaletleri boşaltmıştı. O zaman her türlü emperyalist yayılma sona erdi. İmparatorluk nihai hacmine erişmişti, küçük ölçekli bir Çin Seddi’nin ardına çekildi. Roma mesafeleri yutmaktan vazgeçti.

Peki, bu kocaman imparatorlukta halklar nasıl yaşıyordu? Tamamen Roma emperyalizminin esiri mi oldular? Latin dili galiplerin dilidir ve Roma yaşam tarzı vardır. Ama inatçı bağlılıkların, bir hizaya girmeyi reddetmenin getirdiği karşı akımlarda söz konusudur: Suriye’de Helenik dönem öncesi kültler yeniden belirir, Galya’da ise Roma’nın çok dikkatli bir biçimde sürdürdüğü baskıdan yine de kurtulan drüid kültleri serpilip gelişir. Reddin özü hizaya girmeye karşıdır: Doğu kendi kadim dillerine sadık kalmıştır ve Yunanca bu yörede Latinceyi hala alt etmektedir.

Bunların dışında; İtalyan şarabı Galyalıları baştan çıkarır; Galyanın braie peynirleri ve dokumaları da dağların ötesine ihraç edilir; Yunan pallium’u, tek omuza atılıp belin etrafına sarılan geniş bir kumaştan başka bir şey olmayan bu örtü birçok Romalının, özelliklede filozofların giysisi haline gelir. Rodos’a sürgün edilen Tiberius bu giysiden bir daha ayrılmak istemez; aşçılar tariflerini ve baharatlarını, bahçıvanlar tohumlarını, kök daldırma ve aşılama yöntemlerini değiş tokuş ederler. İmparatorluğun sınır tanımayan otoritesi sayesinde engeller ortadan kalkar, her şey daha hızlı ilerler.

Manzara aynılaşmaya başlar zamanla. İnsanların çok az şekerli bir üzüm veren, yaban asmasıyla ilgilenmeye başladıkları o çok eski günden beri üzüm bağı her koşula rağmen her yerde denenmiştir. Bağlar ortama uyum sağlamış ve değişik bağlar türemiştir. Akdeniz mamulü olan zeytin dikip yetiştirme İngiltere’de bile denenmiştir. Zeytinyağı, şarap, tahıllar, kuru sebzeler Akdeniz insanının sofrasının günlük lezzetleridir. Doğusundan batısına kadar.

Roma hep etkiledi de hiç etkilenmedi mi? Roma’nın Helenleşmesi uzun yıllar öncesinden başladı. Aydınlanma çağı Fransızcası gibi Yunanca eğitimli kişilerin ikinci dili konumuna geldi. Fransızca gibi bu tek yüzyıl sürmedi yüzyıllar boyu sürdü.

Yunanistan zenginlik ve lüksün de yardımıyla, Roma’daki yaşam sanatını dahi değiştirdi. Yunan sanatçılar Roma’ya akın ettiler ve epey bilgisiz, ama evlerini ve villalarını süslemek için fazla bir şey anlamasa da snobizmini ortaya dökerek sanat eseri koleksiyonu yapan zengin bir müşteri kitlesinin hizmetine girdiler.

Sadece başkalarının sırtından geçinen bir millet yoktur ancak görüldüğü üzere Akdeniz sürekli bir etkileşim halindedir ve yararlanmalarını düşündükleri her konuda herkes birbirinden yararlanmıştır.

Bunların haricinde Roma mimarisi bilinen tüm yolları ve unsurları kabul edip kendine uyarlamıştır. Dor, İon ve Korinth usullerini kendine uyarlamıştır. Dor düzenine Toscana adını verip eserler ortaya koymuşlardır. Karma düzeni ise Korinthos usulü kenger yaprağı ile İon kıvrımlarını bir araya getirmiştir. Romalı mühendisler bazı kısıtlayıcılıklardan kurtulup kendilerine özgü inşa çalışmaları yapmışlardır.

Coliseum tüm bu anlatılanlardan sonra harika bir örnektir. 50 ila 80 bin seyirci kapasiteli devasa bir amfi tiyatrodur. 188 metreye 156 metredir ve çevresi 527 metredir. Dış duvar yüksekliği 48 metredir. Birçok etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde İtalya denilince akla ilk gelen sembollerden biri konumundadır.

Edebiyat ise ulusaldır. Bu sebeple özgün kalmak zorundadır. Roma’da da tabi ki kendine has bir edebiyattan söz edilebilir. Ancak bundan ziyade hukuk ve Roma kavramları bir araya geldiğinde daha ilgi çekicidir. Roma’da hukuk gerçekten önemli aşamalardan geçmiştir. Birçok millette olduğu havada, lafta kalmamıştır. Yazılı hale getirilip uygulanmasına özen gösterilmiştir. Günümüzde Roma Hukuku ders kitapları hiç azımsanamayacak bir kalınlıkta ve büyük bir cüsseye sahiptir. Bu alanda Roma’nın dehasının ve zekasının rol oynadığına hiç kuşku yoktur. Bu konuda eğitim Roma, Konstantinopolis[10] ve Beyrut’ta verilmiştir.

Roma 300’lerden sonra eski gücünde kuvvetinde olmaz. Ama can çekiştiği söylenen imparatorluk iç kavgalarına ve efendilerinin saçmalıklarına karşın hayatta kalır. Ne altın ne gümüş akmıştır ama hayat devam eder. Disiplinli bir ordu bile yoktur, sınırlar peşi sıra düşer ama Roma için ölmeye hazır askerler hala vardır. Şantiyeler dahi işsiz kalmaz. 324’ten itibaren Konstantinopolis inşa edilmeye başlar ve bu gelişi güzel bir inşa değildir. İkinci bir Roma söz konusudur ve bu dev meşale daha gelecek yüzyıllara taşınacaktır. Hristiyanlıkla beraber Konstantinopolis’in yükselişi devam ederken Batı-Doğu olarak ayrılan imparatorluğun Batı tarafı tarih sahnesinden yavaş yavaş ayrılır.

Yerlere ve çağlara göre çeşitlenen deniz, akla gelebilecek her türlü rengi korur, çünkü antik bir zenginliğe sahip bu denizde hiçbir şey iz bırakmadan veya er ya da geç su yüzüne çıkmadan silinmez. Roma şu an muzaffer kalmamış olabilir ancak burası hala ‘Bizim Deniz’imizdir.


[1] Avrupa kavimlerinden biridir. Günümüzde Britanya adasında ağırlıklı olarak yaşamaktalar.
[2] Günümüzde Kuzey Afrika’daki Tunus ülkesi sınırları içinde bulunan antik kenttir.
[3] Korsanlıkla geçinen Campania’lı dönemin paralı askerleri.
[4] İ.Ö. 247-183 yılları arasında yaşamış Kartacalı politikacı ve general.
[5] Latince, “Bizim Deniz”
[6] Türkçe karşılığı İskender’dir. Türkçe kitaplarda Büyük İskender olarak bahsedilir.
[7] Türkçe karşılığı Jül Sezar’dır. Romalı politik ve askeri lider.
[8] Germania’da yaşayan halk veya bu halktan olan kimse. Orta Avrupalı bir kavim.
[9] Günümüzde çoğunluğu Romanya içinde bulunan coğrafi bölge.
[10] Constantinus’un şehri. İstanbul’un Roma ve Bizans İmparatorluğu zamanı kullanılmış ismidir.

KAYNAKÇA

Tekin, O., Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, 2014

Braudel, F., Bellek ve Akdeniz, Metis Yayınları, 2. Baskı, 2013

Yorumlar

  1. Vay büyüleyici bi imparatorluk gerçekten boşuna sürekli konuşmuyoruz roma roma diye.Böyle büyük devletleri yönetmek gerçekten farklı bir şey. Cesaret gerekiyor büyük idealler büyük atılımlar gerekiyor, ileri görüşlülük gerekiyor.Hatta acımasızlık gerekiyor biraz.Sonuç sonra böyle oluyor "roma imparatorluğu". Ayrıca yeniliklere açık bi devlet. Hani benim milletim benim ırkım benim dinim politikasında değil.Farklı grupları içinde barındırmayı becerebilmiş. Zaten Osmanlı da öyleymiş kısmen o kadar büyümesinin nedenlerinden biri de bu.Başarılı bir yazı olmuş tebrik ederim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk