Cengiz Aytmatov'un bu eseri ilk kez 1963 yılında yayımlandı. Abbas Sayar'ın 'Yılkı Atı' romanı için yazdığım yazıyı blog takipçileri biliyorlar (Yılkı Atı - Abbas Sayar). İki romanın benzerliği atlarının bir zamanlar rüzgar gibi koştuğu, herkesin hayran kaldığı atlar olmasıdır. Ancak insan da gençliğinde enerjik ve güçlü değil midir? Ne zamana kadar, tabi ki yaşlanıncaya kadar. Atlarımız da yaşlandıkları zaman yüzlerine bakan olmaz. Geçmişte yaptıkları önemli değil, geçti. Onları ilgilendiren, bana şuan katkı sağlayabiliyor mu? Bana nasıl bir ayrıcalık kazandırabilir?
Roman, Gülsarı'nın sahibi Tanabay ve Gülsarı'nın köye dönerlerken atın yürüyemeyecek kadar yorulup adım atamamasıyla başlar. Yazar daha sonra hikayeyi geçmişten alarak kitabın sonunda, kitabın başındaki bu ana getiriyor. Bir şimdi yaşadıklarını bir de neler yaşadıklarını anlatarak hikaye ilerliyor.
Orta Asya bozkırlarında geçen bir hikaye. Sovyet yönetimi altında yaşıyorlar. Zaten romanı okurken Sovyet yönetimine karakterlerin ağzından yaptığı eleştirileri yakalayabilirsiniz.
Tanabay bir asker olarak Sovyetler adına hem doğuda hem batıda savaşmış. Yılkıcılık yapmaya başlıyor, askerden sonra. Gülsarı o zaman giriyor hayatına.
Romanı okurken Kökpar adlı bir oyun göreceksiniz. Bu, at üstünde oynanan bir takım oyunu.Taraflar, meydana bırakılan içi saman doldurulmuş oğlak yada buzağı tulumunu kapmak, kendi takımına kazandırmak için mücadele eder. Gülsarı bu ve buna benzer oyunların düzenlendiği bir şenlikte bütün Kırgızistan'a ve Kazakistan'a adını duyuruyor. Gülsarı'yı anlatan bir paragrafa bakalım:
"Ama önündeki kalabalık dalgalanıyor, coşkun naralar atıyor, iki kola açılıp ona yaklaşıyordu. Şimdi daha yakından daha açık seçik duyuyordu onların sesini. 'Gülsarı! Gülsarı!' diye bağırıyorlardı. O sesler Gülsarı'ya yeni bir güç verdi.Yüklenip ok gibi atıldı ileriye doğru. Şu insanların verdiği güce bir bakın."
"Şu insanların verdiği güce bir bakın!"
Ben Ötüken Yayınevi'nin 26. baskısını okudum. 224 sayfa. Meraklı bir okuyucu olarak başlarsanız 2 günde, en kötü 3 günde bitirebileceğiniz akıcı bir eser. Ben daha fazla not aldım elbette ama kitabın büyüsü kaçmasın sizin için. Eğer bir gün, bu kitabı, bu yazı aracılığıyla okursanız, kitaptan aldığınız notlarınızı yoruma bırakmayı ihmal etmeyiniz.
Roman, Gülsarı'nın sahibi Tanabay ve Gülsarı'nın köye dönerlerken atın yürüyemeyecek kadar yorulup adım atamamasıyla başlar. Yazar daha sonra hikayeyi geçmişten alarak kitabın sonunda, kitabın başındaki bu ana getiriyor. Bir şimdi yaşadıklarını bir de neler yaşadıklarını anlatarak hikaye ilerliyor.
Orta Asya bozkırlarında geçen bir hikaye. Sovyet yönetimi altında yaşıyorlar. Zaten romanı okurken Sovyet yönetimine karakterlerin ağzından yaptığı eleştirileri yakalayabilirsiniz.
Tanabay bir asker olarak Sovyetler adına hem doğuda hem batıda savaşmış. Yılkıcılık yapmaya başlıyor, askerden sonra. Gülsarı o zaman giriyor hayatına.
Romanı okurken Kökpar adlı bir oyun göreceksiniz. Bu, at üstünde oynanan bir takım oyunu.Taraflar, meydana bırakılan içi saman doldurulmuş oğlak yada buzağı tulumunu kapmak, kendi takımına kazandırmak için mücadele eder. Gülsarı bu ve buna benzer oyunların düzenlendiği bir şenlikte bütün Kırgızistan'a ve Kazakistan'a adını duyuruyor. Gülsarı'yı anlatan bir paragrafa bakalım:
"Ama önündeki kalabalık dalgalanıyor, coşkun naralar atıyor, iki kola açılıp ona yaklaşıyordu. Şimdi daha yakından daha açık seçik duyuyordu onların sesini. 'Gülsarı! Gülsarı!' diye bağırıyorlardı. O sesler Gülsarı'ya yeni bir güç verdi.Yüklenip ok gibi atıldı ileriye doğru. Şu insanların verdiği güce bir bakın."
"Şu insanların verdiği güce bir bakın!"
Ben Ötüken Yayınevi'nin 26. baskısını okudum. 224 sayfa. Meraklı bir okuyucu olarak başlarsanız 2 günde, en kötü 3 günde bitirebileceğiniz akıcı bir eser. Ben daha fazla not aldım elbette ama kitabın büyüsü kaçmasın sizin için. Eğer bir gün, bu kitabı, bu yazı aracılığıyla okursanız, kitaptan aldığınız notlarınızı yoruma bırakmayı ihmal etmeyiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder