Ana içeriğe atla

Marcellinus, Priskos ve Jordanes'in Hunlar Hakkında Yazdıkları

Tarihçi, erken dönemlere doğru indikçe genellikle veri havuzunda bir daralma ile karşı karşıya kalır, aynı durum bu dönemlerdeki tarihsel metinleri kaleme alanların biyografileri bağlamında da geçerlidir.


Hunlar hakkındaki en önemli erken dönem kaynağı, büyük ihtimalle hayatı boyunca tek bir Hunla bile karşılaşmamış, Romalı bir asker olan Ammianus Marcellinus’a (İ.S. 330-395) dayandırılır. Roma İmparatorluğu hakkında yazdığı otuz bir ciltten oluşan çalışmasında Hunlar hakkında bilgiler bulunmaktadır. Ne var ki, çalışmasının yalnızca son on sekiz cildi bugüne kadar ulaşabilmiştir. Ammianus’un Hunlar hakkında yalnızca antipati ile yazdığı bellidir; bu atlılar hakkında doğru olmayan ve gerçekleşmiş olması mümkün olmayan veriler kaydetmiştir. Bu veriler hakkında Howard bize şu bilgileri aktarmıştır:

“Ammianus barbarlara karşı düzenlenmiş olan seferlerden söz eder; ne var ki bunlar, özellikle de Hunlarla ilgili kısımlar dikkat çekici bir şekilde önyargılarla doludur. Örneğin, bir ifadesi açıkça yanlıştır. Bu ifadesinde Hunların dine ya da herhangi bir itikada hiçbir saygı beslemediklerini söyler. Ammianus’un herhangi bir Hunla karşılaştığını destekleyecek hiçbir kanıt bulunmamaktadır ve onun Hunların adetleri hakkındaki yorumları açık bir şekilde eksik bilgilerle ortaya atılmış söylentilere dayanmaktadır. Bunlardan bazıları; Hunların elbiselerinin tarla farelerinin derisinden yapıldığı ve doğumlarından sonra çocuklarının yüzlerinin kızgın demirle derinlemesine dağlandığı şeklindedir. Hunların hayat tarzıyla ilgili Ammianus tarafından yazılan bir yorum, yüzyıllar boyunca ardından gelen diğer yorumcular tarafından tekrar edilmiştir: ‘[Hunlar], çok kaba oldukları için yemeklerini ne pişirirler ne de ona herhangi bir baharat katarlar ve ele geçirdikleri tarlalardaki bitki kökleri ya da herhangi bir hayvanın yarı çiğ eti üzerinde yaşarlar; ayrıca bu yarı çiğ etleri, kendi kalçaları ile atlarının sırtı arasına yerleştirerek onu ısıtırlar. Aslında çiğ etin eyer altına yerleştirilmesi, atların aşırı sürtünmeden korunması için uygulanan ananevî bir yöntemdir.’”

Bir diğer önemli yorumcu, pek efsaneyi, söylentiyi ve yanlış hikâyeyi tarihî olgularla karıştıran, Got tarihçi Jordanes’tir. ‘Gotların Menşei ve Başarıları’ (551) adlı kitabında Gotların tarihini ele alır. Howarth’a göre (1998, 159), bir Got bakiyesi olarak Jordanes Hunları değerlendirirken ziyadesiyle özneldir. Hıristiyan olmadan önceki dönemini ‘cahil bir adam’ olarak niteleyen Got yazar, Gotların yaşadığı Kırım’a Hunların nasıl geldiğini şu şekilde anlatmaktadır:

Hunların ve Gotların çok yakın bir çevrede uzun bir süre boyunca birbirlerinin varlıklarından haberdar olmadan yaşadıkları düşünülmüştür. Bir gün, Hunlara ait bir yavru inek bir at sineği tarafından sokulur ve uzak kıyının bataklık sularına doğru koşuşturmaya başlar. Bir sığırtmaç yavru ineği takip eder ve gördüklerini Hunlara bildirir. ‘Avcılar’ der Jordanes, Keriç bataklıkları yolunu ‘izlemiş’ ve denizi geçmek kadar imkânsız tasavvur edilen bu mesafeyi yürüyerek geçmişlerdir. Şimdi, İskitlerin bilinmeyen yurtluğu kendisini açmıştır. İmdi, benim kanaatime göre, Hunların da kendilerinin soyundan olan kötü ruhlar, İskitlere olan kıskançlıklarından dolayı böyle bir şey yapmışlardır. Ve Keriç Boğazı’nın ötesinde bir başka toprak parçası olduğundan büyük ölçüde habersiz olan Hunlar artık İskit yurtluğunu büyük bir hayranlıkla doldurmaya başlamışlardır.”


Bir diğer mevzu bahis tarihçimiz Priscus’tur. Priscus, Roma elçilik heyeti Attila’nın huzuruna çıktığı zamanda onlar ile birliktedir. Attila ile bu görüşme, Roma sefirleri için oldukça olumsuz geçmiştir. Görüşmenin ardından durum değerlendirmesi yapan elçilik heyeti içinde Priscus’da yer alır. Hunlar henüz ayrılmalarına müsaade etmedikleri sefaret mensuplarına, kendi topraklarındayken at, esir gibi bazı şeyler almalarını yasaklar bu yasaklıları Priscus yine ‘biz’li anlatımıyla kendini de katmak suretiyle ifade eder. Priscus’un da yasaklılar arasına katılması Hun tarafınca da onun sefaretin bir üyesi olarak görülmesiyle ilişkilendirilebilir.

Elçilik heyeti olarak Attila’nın huzuruna çıktıklarında Priscus şu bilgileri aktarır:

“Attila’nın çadırına geldik ki orası barbarlar tarafından korunmaktaydı.  İçeri girdiğimiz zaman Attila’yı tahtadan yapılmış bir tahtta oturmuş bulduk. Tahttan biraz uzakta durduk. Maxminus, tahta yaklaştı. Barbar’ı selamladı ve imparatorun mektubunu verip, imparatorun iyi dileklerini iletti. O, cevap olarak; Romalılar, İskitler hakkında nasıl dilekte bulundularsa, aynı dilekleri ben de onlar için dilerim, dedi. Bu sırada gözü Bigila’ya ilişerek sinirlenmiş, huzuruna çıkmaya cesaret eden bu adamı Anatolius ile barış şartlarını konuşurken tanıdığını söyleyerek, kendisine yüzsüz hayvan diye hitap etti. Bütün kaçakları iade etmedikçe elçi göndermemelerini söylemesi üzerine; Bigila, İskitlerden mülteci kalmadığını, hepsini iade ettiklerini, söylemişti. Attila bunun üzerine daha fazla kızarak eğer elçilik hakkına riayet etmemiş olsa idim, seni bu terbiyesiz sözlerinden dolayı kazığa oturtur ve kuşlara yedirirdim, dedi.”

Priscus başka bilgiler de verir:

“Bize ve diğer barbarlara çok tatlı ve leziz yemekler getirildi. Diğer İskitlere ve bize gümüş tabaklarda, Attila’ya ise tahta tabakta et getirmişlerdi. Her açıdan ılımlı ve kanaatkârdı. Misafirlere altın ve gümüş kadehler verildiği halde onun kadeh tahtadandı. Sırtındaki elbiseleri, ayakkabıları, kılıcının kabzası, kılıfı ve atının takımları askerlerinden hiç de farklı değildi. Buna karşı diğer İskit komutanlarının bu eşyaları altın ve kıymetli taşlarla süslü, göz kamaştırıcıydı.  Kendisininki böyle değildi Yalnız diğerlerinden daha temizdi. İlk porsiyonunu yedikten sonra yine önceki gibi ayağa kalkarak Attila’nın şerefine şarap içtik.” [Anlaşılan o ki, bu ritüel yemek boyunca tekrarlanıyor.] 
    
“…Akşam olunca meşaleler yakıldı ve Attila’nın huzuruna iki barbar gelerek kendi yazmış oldukları Attila’nın kahramanlıkları ve İskitlerin zaferleriyle ilgili şiirler okumaya başladılar. … Attila’yı gülerken hiç görmedik. Yalnız küçük oğlu Ernak (İrnek) geldiği zaman doğru babasının yanına sokuldu, o da oğlunun yanağını okşadı ve gülümseyerek yüzüne baktı. Attila’nın diğer oğullarıyla bu kadar alâkadar olmaması, bu çocuğa daha fazla alâka göstermesi dikkatimi çekti. Yanımda oturan ve Latince bilen bir barbar, eğer kimseye bahsetmezsem bunun sebebini anlatabileceğini söyledi.  Kâhinlerin, Attila’nın vefatından sonra soyunun dağılacağını, yalnız bu çocuğun tekrar bu soyu yükselteceğini söylediklerini bana anlattı."
    
Priscus’un Hun ülkesine olan bu seyahatinin dışında, eserinin günümüze ulaşan fragmanlarında, hiç biri bu denli ayrıntılı olmamak kaydıyla, bulunmuş olduğu diğer yerler hakkında da veriler yer almaktadır. Bunlardan birinde Roma kentinde bulunduğunu gösterir. Frank kralının ölümünün ardından oğulları arasında taht için anlaşmazlık çıkar ve onlardan büyük oğul Attila küçük oğul ise Aetius ile ittifak kurmayı dener. Küçük oğul herhalde bu ilişkiler çerçevesinde Roma kentine bir elçi olarak geldiğini anlatan Priscus işte bu esnada onu gördüklerini kaydeder.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk