Ana içeriğe atla

Osmanlı Kuruluş Dönemi Yerli, Yabancı ve İslami Kaynakları Derlemesi

15. yüzyılın son 20 yılından önceki dönemden çok az sayıda orijinal malzeme kalmıştır. 14. yüzyıldan neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Bu dönemden kalan herhangi bir kronik yoktur. Bu yüzyıldan günümüze tam olarak kalan tek tarih çalışması, muhtemelen 1390’larda kaleme alınmış Ahmedi’nin manzum Dasıtan-i Tevarih-i Al-i Osman’ıdır (İskendername). Bu, müstakil bir çalışma olmayıp bir Osmanlı şehzadesine ithaf edilmiş uzun bir epik destanın küçük bir parçasıdır. Dahası, gerçek bir olay anlatıdan ziyade ahlakçı bir metindir. Ahmedi aslında şairdir. Uzun süre Kütahya’da yaşamış ve Mısır’da tahsilat görmüştür. Timurluların döneminden sonra Süleyman Çelebi’nin sarayına girmiştir. İskendername 800 beyitlik bir eserdir. Son bölümü 340 beyittir, Ertuğrul’dan Emir Süleyman’a kadar anlatılıyor. Bu eseri kaynak olarak kullananlar: Şükrullah, Karamanlı Mehmed Paşa, Mehmed Kanevi, Ruhi, Sarıca Kemal, Neşri.


Muhtemelen yine 1390’lara ait bir diğer tarihsel çalışma ise özgün haliyle bugüne gelememiştir. Bu, Aşıkpaşazade’nin 1484’te bitirdiği Tevarih-i Al-i Osman adlı kroniğinde bazı kısımlarını kullanması dolayısıyla bildiğimiz Yahşi Fakih’in Menakıbname’sidir. Aşıkpaşazade tarih’ini ve 15. yüzyıl sonu Osmanlı kronikler menakıbname’den daha zengindirler. Ancak, bu bilgilerin, Yahşi Fakih dışında tespit edilebilmiş herhangi bir kaynağı yoktur ve 14. yüzyıla atfedilebilecek olan bilgiler ise tam anlamıyla tarihsel değildir. Bunlar, daha ziyade popüler epik türünde menkıbe edebiyatına, yazılı değil sözlü geleneğe aittirler ve güvenilir kronoloji konusunda oldukça eksikleri vardır. Yahşi Fakih’i kaynak olarak alanlar: Neşri, Aşıkpaşazade, Oruç ve Anonim Tevarih.

Müstakil Osmanlı hanedan tarihleri yazma geleneği aslında 1480’lerden itibaren başlamıştır. 1460 civarında tamamlanan Şükrullah’ın Behçetü’t Tevarih’i daha geniş bir Evrensel Tarih’in bir parçası oluşu ve kronolojik bilgiye çok az yer veren Osmanlı sultanlarına methiye niteliğinde hikâyeleri olması açısından Ahmedi’nin çalışmasına benzer. 22 yaşında hanedan adına çalışmaya başlamıştır. 13 bölümden oluşan eserinin son bölümü Osmanlı tarihidir. Kısa bir eser. Osmanlı bölümü için kullandığı bir kaynak belirtmez. II. Murat’ın tahta çıkışına kadar yazar.


1464-65’te Enveri’nin manzum olarak kaleme aldığı ve Veziriazam Mahmud Paşa’ya sunulan kısa Osmanlı kroniği de aynı şekilde daha uzun bir Evrensel Tarih’in bir parçasından ibarettir. Ancak seleflerinden farkı, yaklaşık 1390’lardan sonraki olayların tarihi konusunda daha güvenilir oluşudur. Bunun nedeni Enveri’nin, bu tarihten itibaren çalışmasını bulduğu bir Tarihi Takvim’deki bilgilere dayandırmış olmasıdır. Düsturname-i Enveri 22 küçük kitap şeklindedir. Manzum ilk 17 kitap Beyzavi’nin Nizamü’l Tevarih-i’nin Türkçeye çeviridir. 18. kitap Aydınoğulları, 19. kitap Osmanlı’nın kuruluşundan Fatih’in çıkışına kadar olan süreyi anlatır. 20. kitap Mehmet’in saltanatı ve 21. kitap Mahmud Paşa’nın başarıları, 22. kitap ise onun hayır işlerini anlatır.

İlki 1421 tarihli takvimle, en erken ve basit Osmanlı tarihi yıllık türünü temsil etmekte. Oruç Tarihi ve Anonim Tevarihler, 1422’den sonraki olaylar için diğer kaynaklarla da zenginleştirerek, esasen bu takvimleri kopya etmişlerdir. Bununla birlikte, bu takvimler ilk anda göründükleri kadar kullanışlı değillerdir. Öyle anlaşılıyor ki, bunlar aslında her Hicri yılın sonunda, bir önceki Takvim’e o yılın olaylarını ekleyen saray müneccimlerinin eserleridir. Bunların kullandıkları tarihlendirme yöntemi giderek daha da tutarsızlaşmıştır, çünkü olayların gerçek tarihlerini verme yerine, adı geçen olaydan beri ne kadar yılın geçmiş olduğunu belirtirlerdi. Bu, her yılın sonunda takvim yenilendiğinde her tarihin yeniden hesaplanması dolayısıyla bu süreçte açık hataların yapılması anlamına gelmekteydi.

1422 yılından itibaren Tarih Takvimlere dayanmayan tek kronik yazarı Aşıkpaşazade’dir. Kendisi 1400 civarında doğmuş ve kroniğindeki bazı bölümleri bizzat kendi hafızasından yazmıştır; bunların en belirginleri kendisinin 1430’ların sonu ve 1440’larda Makedonya Üsküp’teki askerlik günlerine aittir. Aşıkpaşazade’nin (Derviş Ahmet Aşıki) amacının dört başı mamur tam bir kronolojik tarih yazmaktan ziyade, okuyanları/dinleyenleri eğlendirme ve eğitme olduğu açıktır. Osmanlı edebi tarihinin temellerinden birisidir. Dili açık bir kişiliktir. Eleştirmekten çekinmemiştir.


Neşri, 1485’e kadarki Osmanlı tarihinin ahenkli bir anlatısını ortaya koymuştur ve bu, daha sonraki Türk tarihçilerinin standart kaynağı haline gelmiştir.

15. yüzyıldan kalma iki Türkçe kaynak ise bunlardan oldukça farklı bir nitelik gösterir. Bunlardan ilki, Gazavatname-i Sultan Murad bin Mehmed Han’dır ve II. Murat’ın İzladi Geçidi ve Varna savaşlarıyla doruğuna ulaşan 1443 ve 1444 Haçlı ordularına karşı giriştiği seferlerin hikâyesini anlatır. Yazarı bilinmemekle beraber, olayların çağdaşı ve II. Murat mahiyetindeki biri olduğu tahmin ediliyor. Olayları ayrıntılı olarak aktarmıştır. Gazavatnameler, sefer hakkında bilgilendirme ve seferi kazanan sultanı övmek için yazılır. Diğer eser ise Tursun Bey’in, II. Mehmed devri ile halefi II. Bayezid döneminin 1488’e kadarki olaylarını anlatan Tarih-i Ebü’l Feth’idir. Veziriazam Mahmud Paşa’nın kâtiplerinden biriydi. Tursun Bey’in temel amacı olgusal bir tarih yazmaktan ziyade Sultan’ın belirli bir imgesini yansıtmak olduğu için, eserinde bazı kronolojik boşluklar ile bazen tasvir edilen olayların tam yılında, daha çok da aylarda hatalara, yanlışlara rastlamak mümkündür.

16. yüzyılın başlarında kaleme alınan bir çalışmanın bir bölümü, o an için hala hafızalarda canlı bir dönemle ilgilidir. Bu, Kemalpaşazade’nin Tarih-i Al-i Osman adlı eserinin II. Mehmet dönemini ele alan 7. cildidir. Büyük ölçüde Neşri, Tursun Bey ve bazen ismi tespit edilemeyen yazılı kaynaklara dayanmasına rağmen, olayları bizzat içinde bulunan kişilerin anlattıklarından da yararlandığı anlaşılmaktadır.

Bunların dışında Osmanlı dönemi hakkında bilgi verebilecek yabancı kaynaklar:

Bizans İmparatoru II. Manuel (1391-1425) ve yardımcısı Demetrios Kidones’in mektuplarının Bizans ve komşularının ilişkileri hakkında çok değerli birinci el bilgiler sunması beklenebilir. Hanedanın kurucusu Osman hakkında, devrin kaynaklarındaki tek atıf Pahimeres’in (1310 civarı) kroniğinde karşımıza çıkmaktadır. Oğlu Orhan (1324-1362) dönemi üzerine yapılacak herhangi bir çalışma büyük ölçüde Nikeforos Gregoras’ın (1360 civarı) ve özellikle aynı zamanda Orhan’ın kayınpederi de olan ve 1347 ile 1354 asında Bizans İmparatoru olan Ioannes Kantakuzenos’un (1370 civarı) tarihlerine dayanmak zorundadır.

1394 ile 1402 arasındaki Konstantinopolis kuşatmasının anonim, 1422 kuşatmasının ise Ioannes Kananos tarafından kaleme alınan hikâyesi ile 1430’da Selanik’in düşüşünün anlatıldığı Ioannes Anagnostes’in kroniğidir. Bunların dışında, Anagnostes’inkiyle aşağı yukarı aynı dönemde ve fakat Bizans çevresi dışında, Kefalonya Kontu ve Yanya Despotu Carlo Tocco’nun hayatına methiye olarak kaleme alınan kroniği anmak gerekir. Zayıf ve sıkıcı ancak Tocco’nun Osmanlı hanedanıyla olan ilişkisi hakkında dikkate değer ayrıntılı tarihi bilgiler veren bir kaynak niteliğindedir.

1453’te İstanbul’un düşüşünden sonraki yarım yüzyıl, Bizans’ın son yıllarını yaşayan kişilerce kaleme alınmış üç Yunan kroniğinin yazılmasına şahit olmuştur. Bunlar, Tarih’i 1462 yılında Osmanlıların Midilli kuşatmasının hikâyesinin tam ortasında birden sona eren Dukas; 1463 yılında biten Kalkokandilas’ın Tarih’i ve 1477’ye kadar giden Frantzes.

Dukas II. Mehmet’le ve büyük ihtimalle onun babası II. Murat’la da bizzat tanışmıştır. 1421 ile 1462 yılları arasındaki olayları bizzat yaşamış olması, Dukas’ın kroniğine olağanüstü bir canlılık kazandırmış, söz oyunlarına itibar etmeyen kuru bir dil tutturmasına yol açmıştır. Kolkokondilas, Tukidides’i bilinçli bir şekilde taklide kalkarak edebi bir üslupla yazmıştır. Onun 1443-1444’teki İzladi Geçidi ve Varna seferleri ile 1448’deki ikinci Kosova savaşı hakkında yazdıkları, bu seferlerde Osmanlı ordusuna eşlik ettiği izlenimi vermektedir. Frantzes son Bizans İmparatorlarının hizmetinde görev yapmıştı, İstanbul’un düşüşünde oradaydı. Onun eseri çoğunlukla 1453’ten sonraki olayları kısa, sade bir şekilde kendi tanıklığını ve yorumlarını katarak yazmıştır.

Bu 3 tarihçi dışında İmrozlu Kritovulos vardır. Konusu, 1467’ye kadar hikâyesini anlattığı II. Mehmet olması açısından ayrı bir yere sahiptir.

Frantzes dışında bu Yunan yazarların hiçbirisi Frantzes kadar sağlam bir kronoloji inşa edemediler. Çünkü anlattıkları olayların gerçek tarihlerini nadiren verdiler.

Slav kaynaklarda mevcuttur. Türk istilasını Ortodoks dünya görüşü içinde vermeye çalıştıklarından Yunanlılarınkine benzer. Yunan Kısa Kroniklerine benzer birkaç Sırpça eser olmasına rağmen, iki adet Slavca edebi tarih çalışması mevcuttur. Bunların ilki 1296’dan 1403’te I. Bayezid’in ölümüne kadarki olayları derleyen anonim Bulgarca kroniktir. Bu çalışmadan daha yararlı olan diğer bir eser ise Filozof Konstantin adlı birisince kaleme alınmış Sırp Despot’u Stefan Lazareviç’in Hayatı’dır. Büyük ölçüde kendi hafızasına dayanarak yazmıştır. Osmanlı iç savaşının tartışmalı olayları üzerine de eğilmesinden dolayı önemlidir. Hiçbir tarih vermez.

Batı Avrupa kaynakları çok daha fazla sayıda olup bunlar arasında Venedik arşivleri belki de en değerli olanıdır. Doğu Akdeniz’deki Venedik kolonilerinin ve Venediklilerin ticaretinin güvenliği Osmanlılar hakkında sağlam bilgi edinmeyi artan ölçüde zorunlu hale getirmişti. Söz konusu arşivler yalnızca bugüne sağlam gelmekle kalmamış, bu konuda çalışan bilim adamları birçok belgeyi tam veya özet olarak yayımlamışlardır. Gelirinin büyük bir kısmını Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı ticaretten sağlayan tüccar Dubrovnik Cumhuriyeti’nin arşivlerinin de sonuç olarak eşit derecede öneme sahip olduğu ileri sürülebilir. Muhtemelen Floransa ve Cenova arşivleri de Osmanlı tarihiyle alakalı belgelerle doludur.

Bir Fransız’ın kaleme aldığı “Aziz Denis’in Rahibi” adlı kronikte hikâye edilen Haçlı ordularının Niğbolu’da Osmanlılara karşı kaybettikleri savaşı anlatır.

1360’ların sonunda Floransalı Matteo Villani’nin kaleme aldığı ve Osmanlılarla ilgili kronik ile 1410 civarında yazılmış anonim bir diğer Floransa kroniğindeki 1389 Kosova ve 1395 Argeş savaşlarıyla ilgili pasajlar iyi birer örnektir.

1463-1479 Türk-Venedik savaşının en kapsamlı hikâyesini Domenico Malipiero Türklerle Savaş Üzerine adı altında yazmıştır. Yazar, devlet kayıtlarını ve bizzat olaya katılanların mektuplarını kullanmıştır. Bir başka eser II. Mehmet’in ordusunda muhtemelen yeniçeri olan Giovan-Maria Angiolello’dur.

Müstakil çalışmalarda mevcuttur. Türklerin Niğbolu savaşında esir ettiği ve ardından 1402 Ankara savaşına kadar I. Bayezid’in hizmetinde bulunan Bavyeralı Johann Schiltberger. Esaret hatıralarını 30 yıl sonra kaleme almıştır. Bu yüzden hatıralarında bazı boşluklar mevcuttur. Başka bir savaş esiri 1455’te Novo Brdo savaşında tutsak alınan ve ardından 1463’te Macarlar tarafından esir edilene kadar muhtemelen bir yeniçeri olan Sırp Konstantin Mihailoviç’tir. Kitabını yıllar sonra hevesli Haçlıları bilgilendirmek için yazmıştır. İkinci elden günümüze gelmiş üçüncü bir hatırat daha vardır. Bu, Michel Beheim’in 1444 Haçlı seferini anlatan ve bu sefere katılıp Türklerce esir edilip 15 yıl hapiste kalan Hans Maugest’in hikâyesine dayalı bir Alman halk şarkısı olan Varna’da Türklerle Savaş’tır. Niccolo Barbaro’nun Kuşatma Günlüğü’de önemlidir. Bunlar dışında Floransalı tüccar Giacomo Tedaldi’nin raporu, Latin Başpiskopos Sakızlı Leonard’ın Papa V. Nicholas’a hitaben kaleme aldığı kuşatma hikâyesi ile Leonard’ın maiyetindeki Kievli Kardinal İsidore’nin, yine aynı olaylar hakkında Papa’ya ve diğerlerine yolladığı mektuplar unutulmamalıdır.

İbn Battuta’nın, 1330’larda Osmanlı Beyliği üzerine kısa ve ihtiyatla kullanılması gereken Seyahatnamesi dışındaki en erken tarihli İslami kaynak Aziz b. Ardaşir’in Bezm ü Rezm’idir. Bu eser, 14. yüzyıl sonlarında Farsça kaleme alınmış olup Sivas emiri Kadı Burhaneddin’in saltanatına bir methiye niteliğindedir. Eserin Anadolu’ya odaklaşmış olması, onu Burhaneddin’in çağdaşı ve hasmı olan Osmanlı Sultanı I. Bayezid dönemi için de önemli bir kaynak haline getirmektedir.

Nizameddin Sami’nin Farsça kaleme aldığı Timur’un fetihlerini anlatan Zafername’dir. Bu çalışma Timur’un 1402’de I. Bayezid’e karşı kazandığı zaferine ve ardından giriştiği Anadolu seferine uzun bir bölüm ayırmaktadır. İbn Arabşah’ın Acaibü’l Makdur fi Nevaib-i Timur adlı eserinde de aynı olaylara değinilir. Yazarı 1401’de Timur tarafından Şam’da tutsak edilen bu eser Farsça değil Arapça yazılmıştır ve methiye niteliğindeki Zafername’nin aksine Timur’a yöneltilmiş bir yergidir. Çelebi Mehmet’in yakın dostuydu, ölümünden sonra Şam’a gitti. Memlük hakanıyla da yakın ilişkiler kurdu. Ebu Bekir Tihrani’nin Farsça kaleme aldığı Akkoyunlu hanedanının tarihi olan Kitab-ı Diyarbekriyye’dir. Esas olarak Uzun Hasan dönemini ele alan bu kitap doğal olarak, Uzun Hasan’ın Anadolu üzerine egemenlik mücadelesine giriştiği rakibi II. Mehmet’e de atıflar içermektedir.

İbn Bibi’nin el-evamirü’l-alaiyye fi’l-umûri’l-alaiyye İlhanlı devlet adamının emri ile yazıldı ve Cüveyni’ye hitap edildi. Farsça bir eserdir. 1185’ten eseri taktim ettiği yıla kadar olan olayları anlatıyor. 1232’den itibaren gördüğü Anadolu’daki kısımları yazmıştır. Türkmenleri pek sevmez. Moğolların şiddetli politikalarını eleştirmekten kaçınmaz.


Müsameretü’l-ahbar ve müsayeretü’l-ahyar Mahmud bin Muhammed Aksarayi tarafından yazılmıştır. Teskire-i Aksarayiye olarakta bilinir. Eser 4 kısımdır. 3. kısmı Selçuklular hakkındadır. İbn Bibi’nin eserinin devamı niteliğinde denebilir. Sosyal hayat yeteri kadar anlatılmaz ve bu yazar da Türkmenleri sevmez. Eserde mali tablolar ve veriler kullanılmıştır.

Niğdeli Kadı Ahmet’in El-veledü’ş-şefik isimli bir eseri vardır. İslam ilimlerine dair ansiklopedik bilgiler verir. 14. yüzyıl Anadolu’sunun dini yapısından bahseder. Sosyal hayat açısından verdiği bilgiler açısından çok önemli bir kaynaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk