Ana içeriğe atla

Bir Venedikli Kadar Ticaret Yapabilmek ve Tarihi Tabular

Yerli ve yabancı tarihçilerin düşüncesi genel olarak, Türklerin ticarete aristokratik bir küçümseme ile baktıklarına dairdir. “Türklerin prensip olarak ticareti onurlu bulmadıkları, askeri ve idari görevleri tercih ettikleri” öne sürülür. Özellikle yabancı tarihçiler tarafından bu durum yorumlanırken Türklerin dini tercihleri üzerinden akıl yürütülerek çıkarım yapılma yoluna başvurulur. Kâfirlere karşı kibirli tutumun Türkleri bu konuda etkilediğini söylerler. Hz. Muhammed başta olmak üzere pek çok Müslümanın ilk zamanlardan beri Şam ve İran ile ticari faaliyetlerde bulundukları bilinmekte. Ancak Peygamberin ölümünden sonraki devirlerde olayların nasıl geliştiği ve yorumlandığı benim için şu anlık bir muamma.
     
Okuduğum makaledeki bir kayıt (Venedik'te Bir Ölüm - 1575, Cemal Kafadar) Osmanlı’da Müslümanların tam olarak böyle olmadığına güzel bir örnek oluşturuyor. Venedikli tüccar Giacomo Badoer’in muhasebe defterinde Türk tüccarların faaliyetleri not edilmiş. Yani Türkçe konuşan Müslüman Osmanlılar. Makalede belirtilen on altıncı yüzyılın ilk yıllarına ait belgeler gerçekten de Osmanlı tüccarların Orta İtalya çevresinde yüksek bir ticari faaliyet düzeyi tutturduklarını gösteriyor.
     
Makalede Ancona ve Venedik gibi İtalyan şehirlerinden ticari faaliyetlere dair örnekler var. Osmanlı coğrafyası Avrupalı tüccarlarla bu iki nokta üzerinden temaslarda bulunmuş. Bu tarihlerde İtalyan limanlarıyla Levant arasındaki uzunca deniz rotası yerine Adriyatik’i kat’eden kısa deniz yolculukları ile Balkanları kat’eden kervanların birbirine eklemlenmesi yönünde ticari faaliyetler gerçekleşmiş. Bu noktada Balkanlarda bir pax ottomanicadan (Osmanlı Barışı. Pek çok farklı dönem ve devlet için kullanılan bir tabirdir. Pax romana - Roma Barışı gibi.) bahsedilebilir. Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’ya açılan kapısı konumundadır.



Ticaretin gözde maddesi Osmanlı'da her devir için sof olmuştur. Osmanlı Müslümanları ile Yahudilerin imparatorluk topraklarıyla Ankona arasında sürdürdükleri sof ticareti olağan bir ticaret konumundadır (16. yüzyılın ikinci yarısı). Sof üretiminde, Ankara ve çevresinin elinde, çok makbul olan kılı dolayısıyla “Ankara Keçisi” gibi benzersiz bir koz vardı. Bu ürün Osmanlı’nın en önemli ticari malı konumundaydı. Bunun sebebi olarak bu hayvanın başka bir yerde yetişmemesi gösterilebilir. Ancak Avrupalılar bu hayvanı Güney Afrika’da yetiştirmeyi başararak Osmanlı’yı bu konuda da devre dışı bırakmaya önem göstermişlerdir. Makalede, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalı devletler ile pek çok savaş yapmasına rağmen Venedik’teki ticaretin çok fazla aksamaya uğramadığı fakat Venedik’le yapılan doğrudan savaşlarda durumun farklılık gösterdiği ve böyle zamanlarda, her iki devletin karşılıklı olarak tüccarları tutuklattığı ve mallarını müsadere edebildiği de belirtilmiştir.
     
II. Selim (1566-1574) zamanında Osmanlı’da merkantilist bir politikanın başladığı ancak bu durumun III. Murat (1574-1595) zamanında tersine döndüğü söylenerek gerileme paradigması desteklenir ve güçlendirilir. Kaynaklarda ise 1600’lerin ortalarına kadar Venedik’te Osmanlı tüccarların sayısının arttığı görülmektedir.
     
Simsarları da ticari açıdan değerlendirdiğimizde -özellikle İzmir’in önem kazanmaya başladığı zamanlarda- Avrupa ile ticareti geliştirmeye ve Osmanlı adına ticaret yapmaya çalışan insanlar gözüyle bakabiliriz. İzmir örneğini vermemin sebebi, bir liman şehri olarak gelişim göstermesi ve Balkanlar üzerinde gelişen ticarete yeni bir boyut katmış olabileceğini vurgulamak. Simsarların kanun dışı ticaretini önleyemeyen Osmanlı bir süre sonra el mahkûm bir konuma gelmiştir. Ve makale açısından bu söylemek istediklerimin en önemli noktası bu ticari faaliyetleri yalnızca Ermenilerin, Rumların veya Yahudilerin yapmadığı, Müslüman Türklerinde bu ticari faaliyetler içinde yer aldığıdır.


                          İzmir, 1820

Ticaretin dini açıdan yorumunu anlayabilmek için iki şekilde örneklendiriyorum. Birincisi, kahvehaneler ile ilgili gelişen ilk düşünceler. İstanbul’da kahvehanelere yönelik saldırılar çoğu zaman kahveye, gerek dine aykırı bir yenilik olarak tepki gösteren, gerekse kahvenin umuma açık yerlerde tüketilmesine karşı çıkan bağnaz bir söylem içinde ifade edilmiştir. İkinci örneğim fes takılmasının zorunlu hale getirilmesi. O dönemde bu yeniliğe de tepki gösterilmiş. Aynı şekilde festen şapkaya geçilirken de aynı tepkiler toplum içinde baş göstermiş.
     
Ticaret ile ilgili yorum yapmaya çalışırken az önce örneklendirdiklerimle beraber şu sonuca varıyorum: Günümüz İslam dünyasında normal olan davranışlar ve alışkanlıklar bir yenilik olarak toplumun içine girdiğinde toplumdan karşı yönde bir reaksiyon almış. Bu da bence, Müslüman toplumların dini inançlarıyla hayata yönelik bir yorumlama geliştirdiğinin göstergesidir. Dini dogmalardan veya yorumlamalardan kurtulmak Orta Çağ Avrupası için de kolay olmadıysa da bir şekilde gerçekleşti. Günümüz Müslüman toplumları ise bu tarz yorumlamalardan sıyrılıp dünyaya bakabilmiş değil.
     
Tarihin pek çok devriyle ilgili hala sadece genelleyebilecek bulgulara sahibiz. Aslında önceki paragrafta ben de pek çok genelleme kullandım. Hususileştirmek için ya kaynaklarımız kısıtlı ya da o kaynakları neşredebilecek insan sayısı. Osmanlı da bundan nasibini alan bir devlet ve dönemdir. Bütün olarak görmeye alışmışız. Çoğunlukla üst kesimden elde ettiğimiz bilgileri genelleştirerek tarih öğretimi yapıyoruz. Hâlbuki aynı yılda olan bir olayın Karadeniz’deki yansıması ile Akdeniz’deki yansıması bile aynı olmaz. Balkanlardaki de Afrika’daki de. Rhoads Murphy şöyle der; “Nihai amacımız olması gereken, Osmanlı toplumunun bir bütün olarak ele alınması, ancak bizler onu oluşturan her bir parçayı titizlikle ele aldığımızda mümkün hale gelecektir.”

Yararlanılan Kaynaklar

Cemal Kafadar, Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken "Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş, Hatun", Metis Yay., İstanbul, 2017

Rhoads Murphey, Mustafa Ali ve Kültürel Yozlaşma Görüşü

Shirine Hamadeh, On Sekizinci Yüzyıl İstanbul'unda Kamusal Mekanlar ve Bahçe Kültürü

İkinci Fotoğraf için Kaynak Adres: Clio Journal 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk