Ana içeriğe atla

Yakın Mercek #2 - Atatürk Devrimi Sosyolojisi

Alman bilim adamı ve sosyoloğu Kurt Steinhaus, kitabında Türk Devrim analizini şu şekilde incelemiştir; Osmanlı’da Toplumsal Gelişmenin Ana Çizgileri, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı, Kemalist Devrimler, Türkiye’nin Politik ve Sosyal Değişiminin Temelleri ve Sonuçları.


Kurt Steinhaus, Kemalist Devrim hareketinin eylem ve örgütlenme biçimleri açısından Jön Türk hareketinden ayrıldığını ve Kemalist Devrim'in Jön Türk hareketinden çok daha ileri bir aşama olduğunu söylemektedir. Steinhaus; “Mustafa Kemal’in askerlikten ayrılması bile, Kurtuluş Savaşı’nın bir askeri hareket olmayıp, daha çok bir politik hareket olduğunu gösterir.”. Steinhaus’un demek istediği Jön Türk hareketinin ileri aşaması olan İttihat ve Terakki hareketi bir askeri hareket görüntüsü çizmekte iken Türk Devrimi bir sivil oluşum içerisindeydi.

Steinhaus; “Atatürk Devrimi’nin benimsediği ideoloji, gerek savaş öncesinde ve gerekse savaştan sonra bilinen politik ideolojilerle taban tabana zıttı. Kemalist İdeoloji demek “İnkılapçılık” demekti. Geleneksel egemenlik ve genişleme ideolojilerinden milliyetçilik ilkesine dönüş ile, ulusal bağımsızlığı bozan tüm ilhak ve ayrılma çabalarına karşı çıkmıştır. Böylece açık olarak sınırlarını savunan, ulusal devlet karakteri ortaya çıkmış oldu. Kemalizmin iç politikayla ilgili görüşleri, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinde somutlaşır. Halk egemenliğine dayanmayan her türlü egemenlik biçiminin ortadan kaldırılması ve kamu yaşamının şeriata dayanmaması istenmektedir.” demektedir.

Yazara göre padişahlık ile halifeliğin ortadan kaldırılması hukuki açıdan değil tamamen politik açıdan alınmış bir karar idi.

Padişahlık 1 Kasım 1922’de kaldırıldı. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Bunlar geleneksel Osmanlı idaresine karşı vurulan devrimci darbelerdi. Fakat Steinhaus şunu açık bir şekilde belirtmektedir; “ Türk köylülerinin çoğunluğu için bağımsızlık savaşının anlamı bir cumhuriyetin ulusal başarısından çok İslamiyet’in Müslüman olmayanlar üzerindeki başarısıydı.”

“Cumhuriyetçilik ve laiklik ilkeleri açık bir oybirliğine dayanmadığından, milli birlik cephesinin yavaş yavaş parçalanması ile giderek hiç uygulanmaz oluyordu. Bu durumu önlemek amacıyla, daha 1921 yılında Mustafa Kemal, BMM’den 200 üyeyi “Müdafaa-i Hukuk Grubu (daha sonra 1. Grup) adıyla parlamenter bir örgüt durumuna getirme zorunluluğunu duydu. Bir yıl sonra 100 muhalif mebus 2. Grubu kurdular. 1923 yılında 1. Grup Halk Fırkası'nı oluşturdu. 2. Grup giderek güç kaybetti.” 

Steinhaus Mustafa Kemal'in demokratik sisteme geçme çabalarını da taktir etmektedir; İnkılap hareketleri tüm Milli Mücadele kadrosuna hitap etmiyor ve arada çok kuvvetli muhalefet çıkıyordu. Bunlar Mustafa Kemal’i diktatörlükle de suçluyorlardı. Tabi ki bu muhalefet Osmanlı'nın geleneksel anlayışından kopmak istemiyordu. Bu sebeple Cumhuriyet'in ilanından ve halifeliğin kaldırılmasından sonra (3 Mart 1924), gelenekçi kuvvetlerin yol açtığı parlamenter çatışmalar yeniden canlandı. Mebusların bir kısmı 1924’te Halk Fırkası'ndan ayrılarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. Amaçları Kemalist müdahaleler karşısında Osmanlı mirasının korunması idi. Takrir-i Sükun Kanunu'yla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Bu partinin liderleri Kürt isyanının ve İzmir Suikasti'nin elebaşları, devrime karşı faaliyette bulunma suçuyla İstiklal Mahkemeleri'nde yargılandılar. Böylece gelenekçi kadro tasfiye edildi. 1930’da Mustafa Kemal’in teşvikiyle kurulmuş Serbest Cumhuriyet Fırkası da bağnaz tutucu unsurların parti içine girmesi ile kapatılmıştır. Buradan anlaşılmaktadır ki Mustafa Kemal hiçbir zaman parlamenter demokrasinin karşısında olmak istememiş ve her zaman çok partili bir sistem öngörmüştür.

Steinhaus; “TCF ve SCF din, politika, ekonomi alanlarında liberalleşme isteklerinde bulunurken, aslen Osmanlı gelenekçiliğini ve kompradorluğunun çıkarlarını temsil ediyorlardı.

Steinhaus; “Anadolu köylüleri milli politika alanından çok uzaktılar; köylere yalnız halkın çok korktuğu ve nefret ettiği jandarma ve vergi tahsildarları giriyordu. Cumhuriyet hükümetinin jandarma baskısına son vermemesi bölgesel feodalizmi bastıramaması, otoriter cemiyet ve aile yapılarını değiştirememesi, köylünün bağımsızlaşmasını engelliyordu. Böylece feodalizm ve gelenekçilik, mutlak politik gücünü büyük ölçüde yitirmiş olsa da, ekonomik ve ideolojik gücünü korumaktaydı. Bu durum çağdaş ilerici edebiyatta da görülür. Cumhuriyet döneminde eşkıyalığın yeniden dirilmesini konu alan ünlü Türk Romanları vardır.” Yazarın burada demek istediği, bir yerde bu devrim hareketinin halka tamamen aşılanamamış olmasıdır. Devrim sadece elit kesimde hissedilmiş ve yeni kuramlar yeni yaklaşımlar doğmuştur, halk bundan habersizdir.

Steinhaus; Hükümet, "Osmanlı gelenek ve simgelerini ortadan kaldırma amacını gütmüş, bu yolda biçim açısından batıdaki örneklerden yararlanmıştır." der ve devam eder; "1925 yılında Rumi Takvim'in yerini Miladi Takvim almış, din adamlarının dinsel giysilerinin sadece görevleri sırasında giyilmesine izin verilmiş, geleneksel fes yasaklanmıştır. 1934 ile 1935 yıllarında ise Cuma tatili Pazar gününe alınmış, bütün dini unvanlar kaldırılmış, soyadı kanunu yürürlüğe girmiştir. 1928’de Latin esaslı Türk Alfabesi kabul edilmiş, 1932’de Dil Devrimi yapılmış, Arap ve Farsça kurallar terk edilmiştir.Tarih açısından da ağırlık noktası, İslam ve Osmanlı tarihinden, Türk halkı, Anadolu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihine kaydırılacaktı. Bunun nedeni ise genç kuşakların Osmanlı’nın politik-kültürel geleneklerinden kesin olarak kopmasını sağlamaktı.” "Yani Osmanlı gelenekselliğini  genç kuşaktan uzak tutmaktı. Halide Edip gibi bu harekete karşı çıkanlar olmuştu." “Bu karşı çıkışın bir zamanlar Amerikan Mandacılığını savunanlar tarafından dile getirilmesi rastlantı değildir.”


Bu devrim sürecinde eğitimsel, hukuksal, sosyal inkılaplar yapılmıştır. Steinhaus’a göre; “Hukukun Batılılaştırılması ve Laikleştirilmesi, Türkiye’nin Avrupa Burjuva toplumuna yapı bakımından yaklaştırılması alanında atılan önemli adımlardır.”

“1920 ile 1930 yılları arasında Türkiye, politik yapısı açısından bir burjuva devleti eğiliminde olmasına rağmen, hiçbir burjuva toplumu belirtisi gösteremiyordu. Bu devrimin çözülmemiş özel sorunları olduğunu gösterir. Türkiye’de burjuva devlet, burjuva toplumundan önce doğmuştur. Bu halde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, değişik sosyo-kültürel geleneklerle oluşan, kısmen feodal, kısmen tarımsal üretim koşullarına bağlı bir topluma, burjuva hukukunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sorunları gerçekçi bir tutumla çözümleyebilecek durumda değildi. Bu nedenle devrimlerin gelenekçilik ve feodalizm karşısında etkileri sınırlı kalmıştır. Halkın toplumda meydana gelen değişikliklere aktif olarak katılmasını sağlayacak bilinç, Cumhuriyet hükümeti tarafından yerleştirilememiş; çünkü devlet, iktidarı ele geçirdikten sonra köylüleri politik ve ideolojik yönden kendi tarafına çelmeye çalışmamış, köylerin denetimi mahalli ağalara bırakılmıştır. Bu nedenle ülkenin önemli sosyal ve coğrafi kesimlerinin Batılılaşma ve Laikleşme hareketlerinin dışında kaldığı açıkça görülebilir.”



Steinhaus, Türkiye’nin 1945-60 arası dönemini Kemalist Revizyon diye adlandırmaktadır. “Mustafa Kemal döneminden sonraki ekonomik ve kültürel politika şöyle nitelenebilir: Eldeki kaynaklar yanlış kullanılmış ya da hiç kullanılmamış ve bölgeler arası, sosyal tabakalar arası ayrımlarla, kadın-erkek ayrımı arttırılmıştır. Bu karşı devrimci hareket ikinci dünya savaşı sonlarında başlayarak 1950’de en yüksek noktasına erişmiştir. 1950’den sonra iktidarı ellerinde tutan güçlerin sosyal karakterinin ortaya çıkmasına şu gerçek yardım eder: Menderes hükümeti fabrika bacaları kadar minare yapımını da desteklemektedir. Toplumsal alanlarda Laiklik ve demokrasi karşıtı ideolojiler yükselmekte idi ve bu tutum burjuva devriminin tamamlanmadan bırakılması demekti.”

“27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi ile bu tutucu iktidar devrilmişti. Darbe sonrası askeri diktatörlük kurulmamış, yalnızca 1950 yıllarının demokrasi dışı davranışları terkedilmiştir. Kabul edilen Anayasa ile çoğunluk seçim sistemi bırakılmış, nisbi seçim usulü yürürlüğe girmiştir. 27 Mayıs Devriminin en önemli sonucu, burjuva demokrasisinin belirli bir ölçüde geliştirilmesi idi. Kemalist ilkeleri tekrar ele alma eğilimi, anayasa kararı ile kurulan Devlet Planlama Teşkilatı ile ortaya çıkar.”

Yukarıdan da anlaşılacağı gibi Steinhaus Demokrat Parti'li yılları Osmanlı gelenekçiliğine bir geri dönüş olarak görmekte ve bu gelenekselliğe 27 Mayıs ile bir darbe vurulmuş olmasını da ülkenin "ikinci devrim hareketi" olarak görmektedir.

Bu süreci çok güzel işleyen Steinhaus'a eklemek isteğim bir kaç not olmakla beraber ekseriyetle ortaya koyduğu tezleri kabul etmekteyim. Osmanlı 1908-1918 yılları boyunca başta her ne kadar padişah olsa da İttihat ve Terakki'nin özellikle Enver, Cemal, Talat üçlüsünün hegemonyası altındadır. Fakat 1. Dünya Savaşı'nın İttihatçıların ve ittifak ettikleri Almanların aleyhine gelişip sonlanması sonucu çoğu İttihatçı yurt dışına kaçmıştı. Bunların içinde Enver, Talat ve Cemal Paşalar da vardı. Ne hazindir ki bu üç paşa çok geçmeden suikast ve çatışmalar sonucu şehit edilmiştir. (Enver Paşa Basmacı Hareketi'nin başına geçtiği sıralar da Sovyetler tarafından 1922'de Buhara'da şehit edilmiş, Talat Paşa 1921'de Berlin'de suikaste uğramış, Cemal Paşa'da Tiflis'te suikaste uğrayarak şehit edilmiştir.) Cumhuriyeti kuracak olan kadro ilk olarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile teşkilatlı bir yerel direnişe geçmiş, bu direnişe  Mustafa Kemal Samsun'a adım atar atmaz ulusal bir karakter kazandırmış ve bu direnişin lideri olmuştur. Tabi ki bu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yerel özelliklerinden Erzurum ve Sivas Kongreleri ile bütün bir vatan için bilinçli bir şekilde tekrar teşkilatlanmış ve aralarından belirledikleri bir Heyet-i Temsiliye ile bu direnişin ciddiyetini hem saltanat ve İstanbul Hükümeti'ne hem de işgalcilere göstermişlerdir. Son Osmanlı Mebusan Meclisine katılan Anadolu mebusları, Misak-ı Milli kabul etmiş fakat işgalciler bundan rahatsız olmuş ve meclisin dağıtılmasına ve mebusların, direniş için çabalayan her ferdin yakalanmasını ve hapsedilmesini hatta sürgün edilmesini istemiştir. Malta sürgünleri o dönemin onca asker, ilim ve düşün adamını kapsamaktadır. Fakat Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti'nin bu davranışı karşısında harekete geçerek Ankara'da 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'ni kurmuş ve istiklal hareketi buradan koordine edilmiştir. Güney'de Fransız ve Ermenilere karşı bir mücadele başlamış, Doğuda Kazım Paşa Ermenilere karşı başarılar elde etmiş, Batı'da da 1. İnönü ile başlayan savaş süreci İngiliz destekli Yunanlılara karşı gerçekleşmiştir. Sonuç olarak 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkesi, 24 Temmuz 1923'de Lozan Barışı ve 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti resmi bir nitelik kazanmış ve istiklalini elde ederek tam bağımsız bir devlet olmuştur. Tabi bu gibi ve bundan evvelsi bazı gelişmeler Mustafa Kemal ve bazı silah arkadaşları ile arasını açmıştı. Bu gelişmelerin başlıcaları saltanatın 1 Kasım 1922'de kaldırılması ve Cumhuriyet'in ilanı, ardından gelen hilafetin 3 Mart 1924'de kaldırılması, Halife Abdülmecit'in sürgün edilmesi ve laiklik doğrultusunda yapılan reformlar olmuştur. Bu nedenle önce BMM'de 2. Grup oluşmuş sonra 1924'de bu muhalefet, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na dönüşmüştür. Bu muhalefetin içinde Rauf Orbay, Refet Bele, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi isimler vardı. Bu isimler Mustafa Kemal'e suikast girişimine de adı karışmış daha sonra suçsuz oldukları anlaşılınca serbest bırakılsalar da siyasi gelecekleri de ellerinden alınmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması ise Cumhuriyet'in gelenekselci İttihatçı kadrosundan kurtulmasını ifade etmektedir. Böylece tek partili dönem başlamıştır. Cumhuriyet'le beraber devlet kendi burjuvazisini yaratmış ve sarsılmaz bir bürokratik yapı kurmuş, daha da ötesinde CHF kendi parti diktasını kurmuştur. Bu durum Osmanlı'daki İttihat ve Terakki diktasına benzemektedir. Böylece Cumhuriyet'in her adımında yanında yürüyen halk kitlesi parti tarafından unutulmuş veya bilerek böyle bir adımlar atılmıştır. Yazarın da dediği gibi ülkede yapılan çok mühim devrim hareketleri taşralarda hissedilememiş ve feodal ağaların altında halk ezilmiş. 1929'da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın muhalefet olarak kalması ümidiyle kurulmasına rağmen beklendiğinden fazla oy alması CHF'yi tedirgin etmiş ve Mustafa Kemal'in kimin yanında olduğunu açıklamaya mecbur etmiştir. Böylece parti diktası tarafsız kalması gereken Cumhurbaşkanlığı'nı bu karar dolayısıyla tarafsızlıktan çıkartmıştır. Mustafa Kemal bu ve ekonomik nedenlerden dolayı halkın artan muhalefetinin tam manasıyla nedenini anlamak için 1930'da yurt gezisine çıkmıştır. Böylece bir nebzede olsa farklı adımlar atılmaya başlanmış, Dünya Ekonomik Buhranı'nın da etkisiyle Devletçilik politikası yürürlüğe konmuştur. Dönemin Sosyalist fikirli düşün adamları ve yazarları Kadro Dergisi ile de bu fikri desteklemiş ve daha katı fikirler beyan etmişlerdir. Onlara cevaben de Ahmet Ağaoğlu 'Devlet ve Fert' adlı kitabında sert eleştiriler getirip bu Kadro Dergisi'nin ideolojisini yerden yere vurmuştur. Ahmet Ağaoğlu da SCF'nin kurucularından olması dolayısıyla liberal ekonomiden yanadır. Bunun yanında Mustafa Kemal'in de öne sürdüğü karma ekonomiyi de savunmuştur. Bu devletçilik ve özel teşebbüs fikirleri Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün de aralarının açılmasında önemli bir faktördür. Bu nedenle Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanlığı'nın son dönemlerinde 1937'de Celal Bayar Hükümeti'nin başına getirilmiştir. Fakat bu durum pek sürmeyecek ve Mustafa Kemal'in vefatı ile İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olacak ve hükümet değişecektir. 1938-50 arası Milli Şef Dönemi'dir. Zaten Mustafa Kemal zamanında da faal duruma sokulmaya çalışan çok partili sistem bu dönem de kendini göstermiş ve çeşitli partiler kurulmuştur. Bunlardan biri de CHP'nin içinden çıkan bazı milletvekillerinin kurduğu Demokrat Parti'dir ve bu parti 1950'de iktidara gelmiştir. Bu parti refleks olarak aslen Cumhuriyet'in içinden gelse de Cumhuriyet ve Türk Devrimi karşıtı bir ideoloji belirlemiştir. Halkın da buna müsait bir ortam gözetmesi ile beraber Demokrat Parti 1950-60 arasında iktidarda kalmıştır. Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmuştur. Halkın buna müsait bir ortam gözetmesinin en önemli unsurları dediğimiz gibi toplumsal devrimlerin tamamen halka sirayet etmemesi ve halkın Cumhuriyet'i ve Laikliği tam anlamıyla daha idrak edememesi idi. Tabi bunlara ek olarak 2. Dünya Savaşı'nın getirmiş olduğu ekonomik bunalımda vardır. Halk yeni vaatler ortaya sunan bir parti görmüş ve bunu CHP'ye yeğlemiştir. Demokrat Parti'nin de adımları her ne kadar vadettiği bazı şeyleri tamamen hayata geçiremese de halkın CHP bıkkınlığından iyi faydalanmıştır. Fakat 1960 27 Mayıs'ında ordu yönetime el koymuş, Demokrat Parti'nin anti laik, anti devrimci ideolojisini ortadan kaldırmış ve bazı yazarların ve Kurt Steinhaus'un da demiş olduğu üzere bu darbe 2. Cumhuriyet, 2. Devrim adıyla anıla gelmiştir. Günümüzde her türlü darbenin yüz karası bir faaliyet olduğu beyan edilse de 1960 Darbesi'nin ve 1961 Anayasası'nın vermiş olduğu özgürlük ve hakça eşitlik unsurlarını hiç bir zaman, hiç bir dönem iktidarı karşılayamamıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk