Ana içeriğe atla

Atatürk Hakkında Yazılan Kitaplar #2: Ön Asya'nın Lideri


‘Ön Asya’nın Lideri Kahraman Mustafa Kemal’ kitabı ilk kez 1930 yılında İtalya’da basılmıştır. Özgün adı ‘Un dittatore asiatico. Mustafa' Kemal il vittorioso’. Kitabı orijinal adından direkt çevirdiğimizde adı, ‘Ön Asya’nın Diktatörü Mustafa Kemal ve Zaferleri’ oluyor. Kitap, Türkiye’deki ilk baskısını 1955 yılında Hikmet Uçar’ın çevirisiyle yapmıştır.



Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamasından, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen zaman içinde gerçekleşen Türk Kurtuluş Savaşı’na odaklanmaktadır. İnkılap Yayınları’ndan 2012 yılında yayımlanan kitap, 17 ana başlığı ile birlikte 127 sayfadır.

Kitabın dikkat çekici pek çok yanı var. Bunların arasından ilk göze çarpanlarından biri, bazı olayların ardından olayı özetlercesine bir dipnot koyan yazar, Machiavelli’nin Prens kitabından sözler alıntılamıştır. Sadece Machiavelli’den değil yeri geldiğinde Napolyon’dan ve Baile’den de birer alıntı yapmıştır. Mesela Venizelos’un, gelebilecek güçlükleri iyice düşünmeden Ön Asya’yı fethetmeye kalktığını ve hırsa kapıldığını söylediği paragrafına Machiavelli’den şu dipnotu düşmüştür: 

Elde etme arzusu, gerçekte olağan bir şeydir; 
insanlar bunu becerebildiğinde itham edilmeyip övülürler, 
ama başaramadıklarında ve 
her ne pahasına olursa olsun bunu istediklerinde, 
orada eleştiri ve hata söz konusu olacaktır.”[1]

Kitabı okurken dinine ve milletine bağlı bir adamın satırlarını okuduğunuzu hissediyorsunuz. Yazar bunu hissettiriyor. İtalyan yazar di San Martino, Kurtuluş Savaşı devam ederken gerçekleşen Fransız işgaline ve Ermenilerin Fransız askeri üniformalarıyla Maraş, Antep ve Urfa sokaklarında istedikleri gibi dolaşma haklarının olduğunu ima edercesine bu dönemi anlatmıştır. Çünkü bakış açısına göre, işgal edilen bölgede yaşayan Hristiyanların rahat yaşaması ve Müslüman baskısından kurtulması gerekmekteydi. Adana dahil bütün bu bölgeye ‘Kilikya’ diyerek (sınırları kesin olarak çizilemese de kabaca Alanya'dan başlayıp, doğuda Kinet Höyük'te son bulan, kuzeyden de Toros dağlarıyla çevrili alanı kapsayan bölgenin antik dönemlerdeki adıdır.) olayları anlatan yazar ‘Kilikya halkının’ Türkler tarafından kıyıma uğradığını pek çok yerde iddia etmiştir: “Bu savaşın bölgedeki sonuçları felaketti. O zamana dek, dili, dini ve gelenekleri Türklerden farklı olan Kilikya halkları, Kemalist kuvvetlere zorla katılmışlardı.”[2] 



Bu paragraf gibi çok sayıda örnek mevcuttur:

"Tüm Hristiyanlar: Ermeniler, Katolik Ermeniler, Protestan Ermeniler, Ortodoks Rumlar, Katolik Süryaniler, Asurlular, Nestoryenler ve Katolik Keldaniler, Kemalistlerin Kilikya'ya girmelerinin, hiçbir Hristiyan ailenin artık ülkede kalmak istemeyeceği denli, büyük bir korku yaratacağı hakkında ortak kanıda idiler."[3]

Bir diğerinde ise şöyle yazmakta: "Antep'teki Kemalistler, Fransızların yakında çekilecekleri haberini alınca, tehditler savurmaya başladılar. Fransız yetkililer, kimsenin şehri terk etmemesinde ısrar ediyorlardı. Fakat Fransız Hükümeti, Kemal'le anlaşma yapmış olsa da, Maraş, Hadjin, Urfa ve Kilikya toprağının her köşesinde öldürülmüş olan din kardeşlerini, kendilerini bekleyen sonu beklemeleri için zorlayamazdı. Fransız Hükümet yetkilileri, Kemalistlerin samimiyetini övdükçe, Ermeniler başlarına geleceklerden bir o kadar korkuyorlardı."[4]

Kaynak kullanılmadan yazılan bu kitapta yazarın iddialarını bu gibi örneklerle daha arttırmak mümkün. Güney cephesindeki bu durumu anlattıktan sonra Batı cephesi hakkında yazarken artık daha rahat davranmıştır. Yunanistan'ın Ön Asya'da tutunamayacağını ve yenilgilerinin yakın olduğunu şöyle ifade etmiştir: "... Kral Konstantin'in taburlarının, Ermenilerin başına gelen felaketlerin aynısının kendi kardeşlerinin başına gelmesi riskini almadan, geri çekilmeleri muhakkaktır."[5] Ancak biliyoruz ki, Yunanlılar hiçbir şekilde geri çekilmemiş ve savaştan mağlup ayrılana kadar savaşmışlardır.



Kitapta yer alan, ‘Kilikya'da Fransızlara Karşı’ bölümünün ilk kısmının başlığı ‘Kemalist Ayaklanma’dır. Bu kısımda ‘Kilikya’daki durumdan bahsetmektedir. Bu noktaya kadar verilen örnek paragraflar bölümün içeriği hakkında yeterli bilgiyi vermiştir.

İtalyan yazar, Fransızları eleştirdiği gibi kendi ülkesinin pasif davranışından da yakınmıştır: “Birkaç İtalyan taburu da Antalya ve Kuşadası’na çıkmıştı. Buralarda 1922’ye kadar kaldılar ama kalışları hep geçici oldu ve o dönemdeki İtalyan hükümetlerinin tereddütlü ve bocalayan politikası yüzünden İtalya’ya herhangi bir saygınlık getirmedi.”[6] Mevlüt Çelebi ‘Milli Mücadele Dönemi’nde Türk-İtalyan İlişkileri’ isimli kitabında di San Martino’nun dediklerini belgelerle ve şu sözlerle doğrulamıştır: “İzmir’den sonra işgallerini güneye doğru genişleten Yunanlıların Aydın’ı da işgal etmeleri üzerine geri çekilen Türk birlikleri İtalyan işgal bölgelerinde çalışmalarına, İtalya’nın da hoşgörüsü ile devam ettiler. İtalyanların Güneybatı Anadolu’da geniş bir bölgeyi işgal etmiş olmalarına rağmen, işgal bölgelerinde Kuvay-ı Milliye’nin çalışmalarına göz yummalarını, hem Türkleri karşılarına almak istememelerinden, hem de Yunanlılarla olan anlaşmazlıklarından kaynaklanmıştır.”[7]

Mustafa Kemal Paşa’da İtalyanlara karşı daha ılımlı olmuştur. Bunun için gerekçeleri vardı. İtalya; Antalya ve Kuşadası gibi limanların Milliyetçiler tarafından Avrupa ile bağlantılarını sağlamasına ses çıkarmıyordu. Roma’da temsilcilik açarak davalarını Avrupa’ya anlatmalarına yardımcı oluyordu.[8] İtalyan birlikleri, Türk kuvvetleriyle karşı karşıya gelmekten kaçınmış ve Yunanlıların kendi bölgelerine saldırmalarına ses çıkarmamışlar. Mevlüt Çelebi, İtalya’nın Milli Mücadele’ye bakışını yerinde bir tespitle açıklamıştır: “İtalyan kamuoyunun savaşa yaklaşımı Anadolu’daki İtalyanları, Anadolu’daki İtalyanların savaşa karşı tutumları da İtalyan kamuoyunu etkilemiştir. İtalyan kamuoyunun Anadolu Türkleri lehindeki tutumlarının, bazı eleştirilere rağmen resmi İtalyan politikasından etkilendiği de muhakkaktır.”[9]

İtalya’nın bu olumlu tutumlarına rağmen ‘Yunanlılara karşı kim olsa onun tercih edileceği’ bir ortamda tabii ki İtalya da melek sayılmazdı. “26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Türk Taarruzunun zaferle sonuçlanması İtalya’da değişik tepkilerle karşılandı. Anadolu’daki savaşın haklılığına en başından beri inandıkları için haklı olmanın övüncünü yaşayanlar olduğu gibi, zaferi, İtalya’nın Anadolu’daki beklentilerini sona erdirdiği için üzüntüyle karşılayanlar da vardı. Türkiye ile yapılacak barışın görüşüldüğü Lozan’da İtalya, yeniden Müttefikleriyle yakın iş birliğine yöneldi. Konferansın sonunda Müttefikleri ne kazandıysa İtalya da onu kazandı; Müttefikleri ne kaybettiyse, İtalya da onu kaybetti.”[10]

Di San Martino pek çok yerde dini yani Hristiyan bakış açısıyla Türklere karşı görüşlerini paylaşmıştır. Anadolu’da yaşayan Hristiyan halklardan çok kez bahsetmekte ve endişelerini dile getirmektedir: “Bölünmüş ve yorgun Avrupa, Kemal’le pazarlığa oturmak istediğinde, Mustafa Kemal’in dayatacağı şartlarla içinden çıkılmaz bir durum ortaya çıkacaktı. İşgalciler ya Anadolu’yu boşaltıp barış görüşmelerine başlayacaklardı, ya da İstanbul ve Anadolu’da hayatta kalmış Hristiyan halk katledilecekti.”[11] Devamında şunları da eklemiştir: “Mustafa Kemal’le doğan Türk Hükümeti, Ankara’da tamamen Asyalı ve Batı’nın rakibi olarak kalmak istiyor ve 15. yüzyılda Türkler, Avrupa’yı nasıl palalarının ucunda oynattılarsa, şimdi müttefikler de aynı şeyi top ve kılıçlarıyla yapmak istiyorlar.”[12] Böyle endişeler içine düşmesi ve bunları dile getirmesi gayet normaldir. Çünkü aynı endişeli durumlar, çoğunluğunun Türk olduğu Batı Trakya ve Musul gibi bölgelerde Türkiye tarafından da dile getirilmiştir. Ancak belgelerle yazmadığı bu kitabında öyle olmuş gibi yorumlarda da bulunmuştur: “Onlar Fransa’yı tezahüratla karşılamışlar ve birlikte savaşmışlardı, şimdi aynı Fransa, politika gereği onları terk ediyordu. Türkler doğal olarak öç almakta haklıydılar.”[13] 

Türkler nasıl öç aldılar? Öç aldılar mı? Öç aldılarsa neden öç aldılar? Öç alırken neler yaşandı? Bu sorulara cevap verecek bilimsellikte bir kitap olmadığı için di San Martino'nun yazdıkları, yorumları ve anıları olmaktan öteye gitmemektedir.

Sevr’in büyük bir ciddiyetle oynandığını ve müttefik diplomatların bile buna inandığını söyleyerek anlaşmayı daha en başında küçümsediğini belirtmektedir. Aynı şekilde Mustafa Kemal’in de küçümsediğini, sadece gülüp geçtiğini söylemektedir. Mustafa Kemal’in ve Türk halkının gözünde sadece bir kağıt parçasıdır ancak bunun zaten öylesine bir anlaşma olduğunu iddia ediyor gibi anlaşmadan bahsetmesi, sonunu bildiği bir konu hakkında iddialı bir yorum yapmasından başka bir şey değildir. Sonunda etkisiz bir anlaşma oldu ancak imzalandığında bunun Almanya ile imzalanan Versailles, Avusturya ile imzalanan Saint Germain, Bulgaristan ile imzalanan Neuilly ve Macaristan ile imzalanan Trianon Barış Antlaşmalarından bir farkı yoktu. Onu etkisizleştiren Türk halkının azim ve kararlılığı olmuştur.

Dini ve vatanperver görüşlerinin baskın olduğu bu kitabında, “Türkiye, yenilen milletler arasında zafer kazanmış tek millettir. 1918 Mütarekesi’ni muzaffer olarak imzalamış halklar arasında yalnızca Türkiye, silah gücü ve tutarlı politikasıyla bu sonuca ulaşabilmiştir.”[14] demeyi de ihmal etmemiştir.

Yunanlıların pek çok yönden hazırlıksız, donanımsız ve taktiksiz bir halde Ön Asya’ya gittiklerini söylediği bölümün ardından “Dumlupınar Muharebesi, her iki tarafça zafer olarak ilan edildi. Aslında bu, Yunanlıların daha önceden yaptıkları plana göre gelişen bir durdurma savaşıydı.”[15] demektedir. Bu iki anlatım tarzı çelişmektedir. Yunan ordusu, deneyimsiz ve hazırlıksız lanse edilmiştir. Ancak onların da Bizans’ı diriltmek ve topraklarını büyültmek gibi iki büyük ülküsü vardı. Savaş yanlısı Venizelos'un politikası iki ana unsurdan oluşuyordu: Yunan halkının yaşadığı topraklarda mümkün olduğu kadar genişlemek ve Yunanistan'ı Akdeniz'de büyük bir devlet haline getirmek (İsmail Ediz, Diplomasi ve Savaş, ATAM, Ankara, 2015, s. 13.). Arkalarında da Büyük Britanya gibi dönemin en büyük imparatorluğu ve sömürge gücünün desteği vardı. Yunanistan'ın gerçekleştirdiği işgalin aslında bir İngiliz projesi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yunan işgali, İmparatorluğun çıkarlarını devam ettirebilmek için İngiliz bürokrasisi tarafından uygulamaya konulan politikaların en son halkalarından biridir (İ. Ediz, a.g.e., s. 7.). Türkiye yokluklar ile büyük bir savaşa girişmişti. Mustafa Kemal’in askeri dehası, taktik yeteneği, örgütleme becerisi Türk halkını Yunan ordusuna karşı avantajlı duruma getirdi. Di San Martino, Mustafa Kemal’in dehasını, yeteneğini şu sözlerle okuyucularına aktarmayı da yine ihmal etmemiş: “Kemal’in, hiçbir harekette bulunmadan, savaşı kazanmak için Yunan manevrasının tuzağına düşmeyi göze alması gerekirdi ama o, mükemmel komutan ve organizatör niteliklerinin yanı sıra, olağanüstü bir strateji uzmanı olduğunu da kanıtlamıştı. Bu yüzden, Yunanlıların ona sunduğu bu avantajlı durumdan severek yararlanacaktı. Yunan orduları, komuta merkezinden çok uzakta savaşmak zorundaydılar.”[16] Bahsedilen savaş Sakarya Meydan Muharebesi’dir.

Kendisinin de dediği gibi kitap ona “muhteşem ve zafere susamış bir Kahraman Mustafa Kemal figürü” ortaya çıkartmış ancak yorumları tabii ki yaşadığı bölgenin ve değerlerin bakış açısını da göstermektedir.

Kitabın hazırlayanı olan S. Eriş Ülger, bazı yerlerde yazarın bariz hatalarını, yanlış yazdığı bilgileri dipnot kısmında düzeltmiştir. Ayrıca bazı kısımlarda dayanamayıp kendi yorumlarını da çok kısa olarak dipnotta paylaşmıştır. Mesela bunlardan birinde İtalyan yazar, Fransızların Kilikya bölgesindeki faaliyetlerini ve vaziyetlerini övüyorken Eriş Ülger ise dipnotta şu yorumda bulunmuştur: “İtalyan yazar Fransız general ve subaylarına övgüler yağdırırken, o Fransız subay ve askerlerinin Urfa’da, Maraş’ta, Gaziantep’te kısacası Türkün öz vatanı olan bu topraklarda ne işleri olduğunu hiç sorgulamamaktadır.”[17] Ülger’i haklı çıkaran ise di San Martino’nun kitabın ilk bölümünde, “yorumlarımı, tam bir nesnellik içinde yazmaya çalıştım”[18], sözüdür.

Yanlış bilgiyi düzelttiği kısımlardan biri Demirci Efe ile ilgilidir. Di San Martino, Demirci Efe’nin yüz kişilik çetesiyle beraber Refet Paşa komutasındaki iki süvari alayı tarafından öldürüldüğü bilgisini aktarmıştır. Ancak Ülger’in dipnotta da belirttiği gibi Demirci Efe öldürülmemiş ve affedilmesi nedeniyle hayatının sonuna kadar Nazilli’de oturmaya mahkum edilmiştir.[19]

Oldukça kısa olan bu kitap, farklı bir bakış açısından olayları aktardığı için ilgiyle okunabilmektedir.





[1] F. Perrone Di San Martino, Ön Asya’nın Lideri Kahraman Mustafa Kemal, İnkılap Yay., İstanbul, 2012, s. 74.
[2] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 50.
[3] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 69.
[4] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 71.
[5] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 73.
[6] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 23.
[7] Mevlüt Çelebi, Milli Mücadele Döneminde Türk-İtalyan İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002, s. 175.
[8] Mevlüt Çelebi, Atatürk Dönemi ve Sonrasında Türk-İtalyan İlişkilerini Etkileyen Faktörler, ATAM Dergisi, C. 31, Sayı: 91, Bahar 2015, s. 101.
[9] Mevlüt Çelebi, a.g.e., s. 163.
[10] Mevlüt Çelebi, a.g.m., s. 103-104.
[11] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 59.
[12] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 59.
[13] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 72.
[14] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 8.
[15] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 89.
[16] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 91.
[17] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 44.
[18] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 12.
[19] F. Perrone Di San Martino, a.g.e., s. 79.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk