Ana içeriğe atla

Psikolojik Savaş: Lozan Konferansı'nın İlk Günleri


2020’lere geldik. Bu yıllar, Türkiye Cumhuriyeti tarihçileri için çok önemli yıllar olacak. Siyasetçiler için de... Nihayetinde bu ülkenin her vatandaşı için de. TBMM’nin açılışının 100. yılıyla birlikte her geçen yıl, Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve yükselişinde önemli olan pek çok olayın 100. yılı geride bırakılacak. Bu süreçte 2023 yılında imzalanışının 100. yılı olacak Lozan Barış Antlaşması üzerinden geride kalan on yılda yapılan tartışmalardan daha fazlası bu üç yıl içinde gerçekleşebilir. Bilgiye hızlı ve kolay erişebilmenin çok kolaylaştığı çağımızda okumak daha geri planda kalıyor ki okuma metinleri de bizi yanlış ve çarpıtma düşüncelerden uzaklaştıracak bilgi kaynakları değil. Bizim yapmamız gereken farklı bakış açıları kazanmak ve düşünce dünyamızı beslemek olmalı. Bilgiye hızlı ve kolay yoldan ulaştıysak bile siyasi düşüncemizi beslediği için onu doğru kabul etmemeliyiz. Farklı insanları dinlemeli/okumalı ve kendi düşüncelerimizi yaratmalıyız. Benim bu yazıda fikir beyan ettiğim konular da benim bakış açımı, düşüncelerimi aktarıyor. Yaptığım okumalar ve araştırmalar beni bu yargılarda bulunmaya sevk etti. Bu pek sıkıcı tavsiyelerden sonra artık kendi yargılarımı paylaşabilirim.

Bu yazı konferansın ilk günlerine odaklanıyor ve "Lozan 100 yıllık mı?", "Lozan'ın gizli maddeleri nelerdir?" gibi kuru ve provokatif sorulara odaklanmıyor. Cevap basit, Lozan süreli bir antlaşma değildir ve gizli maddeleri de yoktur. Bu yazıda Musul, birtakım Ege Adaları ve Hatay gibi Misak-ı Milli’nin içinde olan ancak Lozan’da Türkiye sınırları içine alınamayan toprak parçalarından bahsedilmiyor. Ne kadar deşilirse deşilsin bu toprak parçalarının alınamaması Lozan’ı değersiz kılmaz. Tartışılamaz ve sorgulanamaz konular değiller elbette ancak “Musul ve Adalar Lozan’da kaybedildi” gibi hatalı bir cümle kurulamaz. Bu gibi yargılar tarihi kaygılardan ziyade siyasi kaygılar güdülerek yapılmaya çalışılan tartışmalardır. Musul için 1922’den beri İngiltere ile çeşitli çatışmaların yaşandığını ve 1924’te savaşın eşiğine gelindiğini kaç insan biliyor? Hatay ve Boğazlar gibi bazı konular da gelecek yıllarda yine yüksek çabalar sonucu Türkiye lehine çözüme kavuşturuldu. Hiç bir şeyin tek bir sebebi ve tek bir sonucu yoktur. “Musul ve Adalar Lozan’da kaybedildi” demek işin kolayı, önemli olan, detay öğrenmek ve dönemin koşullarını anlamaya çalışmak. Dönemin iç-dış siyasi ortamını bilerek okuma yapmak tarihi, günümüzün siyasi ortamından kayıp-kazanç olarak bakılarak anakronizm yapmak siyasi tartışma ortamlarını yaratır.



Lozan, sıcak çatışmanın ardından oluşturulan bir psikolojik çatışma alanıdır. 13 Kasım 1922 günü başlanacağı söylenen konferans, 21 Kasım 1922 günü ilk çalışma oturumunu başlattı. Türk delegeler 11 Kasım günü Lozan’a vardılar. Curzon konferansı İngiltere'deki seçimleri sebep göstererek ertelemişti. Bu Curzon'ın bir oyunuydu. TBMM Hükümeti, konferansa giden heyete verdiği talimatta, “Hepimiz, başarı yalnız kendi yetenek ve çabamıza bağlıymış gibi çalışmalıyız” dese de karşı tarafın dayatmaları görüşmelerin tamamında Türk delegelere büyük zorluk çıkardı. Bu psikolojik savaşın sonunda, en ideal koşullara ulaşabilmek adına verilen çaba asla küçümsenebilecek bir mevzu değildir. Başbakan Rauf Bey (Orbay), 1923’ün ilk günlerinde Lozan’da devam eden görüşmeler hakkında meclise bilgi verdikten sonra bazı mebuslar söz almıştır ve düşüncelerini açıklamışlardır. Bitlis Mebusu Yuzuf Ziya Bey sözlerine, “Barış olabilecek mi diye soruyorum da kendime, olumlu bir cevap veremiyorum” diye başlayıp bu düşüncesinin sebebini açıklayarak devam etmiştir: “Çünkü yüzyıllardan beri İngiliz siyasetinin girdiği yerde insanlık için iyilik ve kurtuluş aramak çok zordur. Dirlik, düzenlik ve barış aramak da o kadar zordur. İngilizler Lozan’a barış yapmak için değil, siyaset yapmak için gitmişlerdir.”

İngiliz Başdelegesi Lord Curzon, 20 Kasım günü konferansın açılış toplantısında İsviçre Konfederasyonu Başkanı’nın ardından çıkıp bir konuşma yapmıştır. Lord Curzon’ın ardından da İsmet Paşa konuşma yapmıştır. Ancak Curzon’ın ardından kimse İsmet Paşa’nın kürsüye çıkmasını beklemiyordu. İsmet İnönü, “Müzakere başlamadan evvel, İsviçre Reisicumhurunun açma merasiminin nasıl yapılacağını bize haber verdiler.” diyerek anılarında bu anı anlatmaya başlamıştır: “İlk haber, Reisicumhur konferansı açacak ve ondan sonra çekilecek, Konferans toplanacaktı. Biraz sonra ikinci haber geldi: Reisicumhur konferansı açacak, Müttefiklerden birisi söz alacak, konuşacak ve tören kapanacaktı. Bunu bize söyler söylemez, ‘Müttefiklerden biri konuşursa, bizim de, bir taraf olarak, konuşacağımızı’ haber verdim.”

Üçüncü haber, “Reisicumhurdan sonra kimse konuşmayacak.” şeklinde gelince İsmet Paşa, “Kimse konuşmazsa, ben de konuşmayacağım; bir kişi konuşursa, mutlaka ben de konuşacağım.” demiştir.

Devamını da İsmet İnönü’den dinleyelim: “Tören açıldı. Reisicumhurdan sonra Lord Curzon’a söz verildi. Lord Curzon teşekkürlerle birlikte, sulh arzusuyla geldiklerini söyledi, sulhun lüzumunu bütün milletler için göstererek ve temenni ederek, haklı ve iyi niyetli bir eda ile konuşma yaptı.

Lord Curzon yerine otururken, törende toplanmış olanlar beni, hayretle kürsüde gördüler: ‘Reisicumhura hitap ettikten sonra, konuşmama başladım. Sulh arzularıyla geldiğimizi, çok haksızlık gördüğümüzü söyledim; sulh arzularının bütün konferansa hakim olmasını, adalet için bir sulh yapılması dileği ile sözü bitirdim. Oturdum.

Herkes, garip bir vaziyette, hareketimi, nihayet benim diplomat usullerini bilmeyen bir asker olduğuma vererek, aramızda sataşmalar ve usul münakaşalarıyla, törendeki müdahalemi hazmedip geçtiler.”

Açılıştan önce niyetini gayet açık olarak sergileyen İsmet Paşa’nın amacı “eşit koşullarla” Lozan’da bulunduklarını vurgulamaktı. Açık bir şekilde, “Kimse konuşmazsa, ben de konuşmayacağım; bir kişi konuşursa, mutlaka ben de konuşacağım.” demişti bile.

Lord Curzon Londra’ya çektiği telgrafta, “Onun (Paşa’nın) bugünkü tutumu, Türk heyetinin hangi zihniyetle konferansa geldiğini gösteren bir örnektir ve her vesileyle huzursuzluk çıkaracağına alamettir.” demiştir.

Bu tarz çıkışlar görmek istemiyorlardı. İsmet İnönü'nün tavrının, diplomatik olarak uygun olmadığını ve Türk delegelerinin kavgacı bir heyet olduklarını iddia ederek dünya kamuoyuna saldırgan ve barışa yanaşmayan tarafın Türkler olduğunu göstermek istiyorlardı. Konferansın ilerleyen günlerinde de bu gibi propagandalarına devam etmişlerdir. İngilizler aynı tarihlerde Musul'da da kara propaganda yürütmekteydiler.

Salonda bulunanları rahatsız eden o konuşmasında İsmet Paşa kısaca, Türk ulusunun ne acılar çekerek ve ne fedakarlıklarda bulunarak verdiği bağımsızlık savaşının önemini vurgulamıştır: “1918’den bu yana Türk ulusunun karşılaştığı sonu gelmez saldırıları ve acıları burada hatırlatmaktan kendimi alamıyorum.” demesi, İtilaf devletlerinin vicdanında belki de bir karşılık bulabildiği için İsmet Paşa’nın konuşmasını huzursuzluk çıkarmaya yönelik bir konuşma olarak gördüler. Daha önce barış yaptıkları ülkeler onlara kafa tutamamıştı. Lozan Konferansı delegeleri arasında bulunan Ali Naci Karacan “Lozan” kitabında bu durumu özetlemiştir: “Versay’da Wilhelm Almanya’sını, Saint Germain’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu, Neuilly’de küçük ve haris Bulgaristan’ı en sert diktalarla sımsıkı bağlayan İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve bu mağrur devletlerin arkasında yürüyen küçük İtilaf ve Balkan devletleri, Lozan Konferansı ile Dünya Savaşı’ndan sonra tek başına kendilerine karşı koyan yeni Türk devleti ile de davalarını çözümlemek istiyorlar ve ilk defa olarak eşitlik ayağı üzerinde bir tartışmayı kabul etmiş bulunuyorlardı.”

Aynı günlerde, konferans süresince sonu gelmeyecek psikolojik savaşa örnek bir olay daha yaşanmıştır. Konferansın açılış oturumunda İsmet Paşa’ya diğer delegelerin sandalyelerinden daha alçak bir sandalye ayrılmıştır. Kanıtlanmak istenen şey, tarafların eşit koşullarda olmadığı ve olamayacağıdır. Türk delegelerin kazanan olarak orada bulunmadıklarını, Dünya Savaşı'nın mağlubu olarak karşılarında bulunduklarını ve söz konusu olanan hala Sevr olduğunu dikte ettirmek adına sergilenen bir davranıştı. Bunu fark eden Paşa, sandalyesinin değiştirilmesini rica etmiştir. İlk başta değiştirilmeyen sandalye, İsmet Paşa’nın ısrarları sonucu değiştirilmiş ve konferans “eşit” koşullar altında başlamıştır.

Karşılarında Kurtuluş Savaşı’nı kazanan bir millet değil, Dünya Savaşı’nı kaybetmiş bir devlet görmek isteyen büyük devletler, durumun onların hayal ettikleri gibi olmadığını ve olmayacağını anlamışlardır. Hatta İsmet Paşa'nın 21.11.1922'de Başbakanlığa çektiği telgrafta belirttiğine göre Curzon, İsmet Paşa'nın söylediği bazı sözleri sert bulmuş. Bunun üzerine İsmet İnönü "Istırap çekmiş bir milletin sözleri" diye karşılık vermiş. Ancak Curzon, Yunanlılara karşı zafer kazandığımızı ama Müttefiklere karşı kazanamadığımızı söylemiş. İsmet İnönü, Curzon'ın bu sözlerine de karşılık vermiş. Konferans ilerledikçe ne İtilaf devletleri ne de Türk delegeleri isteklerini karşı taraftan tam anlamıyla elde edemedi. Bu sebeple 4 Şubat 1923’te görüşmelere ara verilmiştir. 23 Nisan 1923’te görüşmeler yeniden başlamıştır.

8 ay devam eden konferansın sadece ilk günlerinde yaşandı tüm bu olaylar. 

"Lozan'da onursuz bir barış imzaladık. Bu İngiltere'nin şimdiye dek imzalamış olduğu antlaşmaların en uğusuzu, en mutsuzu ve en kötüsüdür." lafını İngiliz Sir Andrew Ryan'a söyleten şey neydi? Basit söylemler üzerinden TV programlarında karşılıklı "it dalaşına" dönen tartışmalardan öğrenemeyeceğimiz çok fazla detay var Lozan sürecinin içinde. Nelerden taviz verdik, neden taviz verdik? Bunların cevabı, günümüz koşullarından bakarak yani dönemin koşullarını anlamadan verilebilecek cevaplar değil. Lozan uzun ve sancılı bir süreçti. Aleyhimize pek çok şey yaşanmasına rağmen tarihimiz açısından çok önemli bir süreç yaşandı ve bu süreçte elde edilebilecek en iyi koşul elde edilmeye çalışıldı. Önemi siyasi ağızlarla, yüzeysel tarihi okumalarla küçültülemez.







Fotoğraf 1: Lozan Konferansı'na Katılan Türk Heyeti
Fotoğraf 2: Lozan Antlaşması'nın İmza Töreninden Çıkış, Rumine Sarayı, 24 Temmuz 1923
Fotoğraf 3: Sevr Antlaşması Dolayısıyla Yunanistan'da Yapılan Bir Megali İdea Posteri
Fotoğraf 4: Karikatürist Derso'nun Çizimiyle Lord Curzon ve İsmet Paşa

Yararlanılan Kaynaklar ve Okuma Tavsiyeleri

Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, ATAM, Ankara, 2018

Bilal N. Şimşir, Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara, Eylül 2014

Ali Naci Karacan, Lozan, İş Bankası Yay., İstanbul, Mart 2018

Zekeriya Türkmen, Musul Meselesi: Askeri Yönden Çözüm Arayışları (1922-1925), ATAM, Ankara, 2011

Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, TTK, Ankara, 1989

Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti 1923, İş Bankası Yay., İstanbul, 2011

Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul, Ocak 2014

Dr. Rıza Nur, Lozan Hatıraları, Boğaziçi Yay., İstanbul, 2019

Dr. Rıza Nur, Joseph C. Grew, Lozan Barış Konferansı'nın Perde Arkası, Örgün Yay., İstanbul, 2003

Ali Güler, Bin Yıllık Hesaplaşma Lozan, Halk Kitabevi, İstanbul, 2017

Temuçin Faik Ertan, Sevr ve Lozan Antlaşmaları Hakkında Karşılaştırmalı Bir DeğerlendirmeAnkara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 58, Bahar 2016, s. 21-37

Temuçin Faik Ertan, Lozan Konferansı'nda Türkiye'yi Temsil Sorunu, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 53, (Lozan Antlaşması Özel Sayısı), 2013, s. 61-76

Mustafa Çufalı, Lozan Konferansı ve Antlaşması Üzerine İngiliz Parlamentosu'nda Yapılan Tartışmalar, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XVI, Temmuz 2000, Sayı 47, s. 561-599

Çağla D. Tağmat, Lozan Barış Konferansı'na Yunanistan Tarafından Bakış: Venizelos'un Dünyasında LozanÇağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Journal Of Modern Turkish History Studies XIV/29 (2014-Güz/Autumn), ss.141-173



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarıda Şans mı Çalışmak mı Daha Etkili?

Az sonra okuyacağınız yazı, 2012  yılında sınıfımızda yapılan bir münazara yarışması için hazırladığım bir yazıdır. Münazara tartışma konusu "Başarı da şans mı çalışmak mı daha etkilidir?" .       Benim başında olduğum grubun savunduğu görüş şansın daha etkili olduğunu savunacaktı. Öğretmenimiz bana bunu savunmam gerektiğini söylediğinde "kesin yenildik" dedim. Çünkü inancım çalışmaktan yanaydı. Çalışmak konusunda daha ikna edici deliller bulabilirdim. Tabi bana düşen konuyu araştırmaya başlayınca konu hakkında daha çok düşünme imkanı buldum:       "Şansın sözlük anlamı talih, dil derneğine göre ise rastlantıları düzenlediğine ve insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığına inanılan doğaüstü güç. Günlük hayatta da çok kullandığımız bir kelime.       Konumuz bugün 'başarıda şans mı çalışmak mı etkili?'. Biz doğaüstü güç olan şanstan yanayız.       Aslında hayatımızı belirleyen en önemli unsurlardan biri şanstır denebilir. Günlük hayatta

Beylikler #3 - Germiyanoğulları Beyliği Tarihi

Adının Menşei              On üçüncü yüzyılın sonlarında Kütahya çevresinde kurulan bu beyliğin adı konusunda başlangıçta Kirman mı yoksa Germiyan mı olduğu şeklinde bir okuma farklılığı ortaya çıkmışsa da, sonradan Germiyan olduğu kesinleşmiştir. [1]              Farsça kökenli bir kelime olan “Germiyan”, Türk topluluklarından bir aşiretin adı olarak kullanılmıştır. [2] Germiyan aşiretinin adı genellikle kaynaklarda “Etrak-i Germiyan” [3] veya “Türkan-ı Germiyan” şeklinde geçmektedir. Germiyan adı bir grubun adıdır ve başka beyliklerde görüldüğü gibi grubun(beyliğin) başındaki yönetici ailenin adı değildir. Germiyan Türkleri bu ismi Malatya çevresinde oturmuş oldukları aynı adla anılan bir yer adından almışlardır. Zira Selçuklu devrinde, Malatya yöresinde bir yer “Germiyan” adıyla anılmaktaydı. [4] Germiyan, Türk aşiretlerinden bir aşiretin adı iken sonradan beyliğin ve ailenin adı olmuştur. [5]              Ancak Germiyan beyliğinin kökeni mevzusunda bir ba

Kütüphaneden #4 - H. C. Armstrong - Bozkurt: Ama Nasıl Bozkurt

Kısa Kitap Tanıtımı:       Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde doğduğu çevreden Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan zamanı anlatırken ikinci bölümün sonu da Samsun’a gitmeden önce son buluyor. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Birinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak, Kurtuluş Savaşı ve modern Türkiye’nin inşası için yaptığı çalışmaları anlatarak kitabını sonlandırmış.       Biyografi türündeki kitabın orijinal adı Grey Wolf ’tur. İlk olarak 1932 yılında yayınlandı. Atatürk’ün sağlığında yayınlanan ilk Atatürk biyografisidir. Ancak kitabın yurda girişi Bakanlar Kurulu kararınca yasaklanmıştır.       Kitabın yazarı Harold Cortenay Armstrong(1892-1943) İngiliz ordusunda yüzbaşı olarak görev almıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen’de Türklerin eline esir düşerek Türkiye’ye getirildi. Savaş bitmeden kısa bir süre önce görevlilere rüşvet vererek Türkiye’den kaçmayı başardı. İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra İstanbul’da görevlendirildi.  1923 yılında Türk