"Tarih, gerçek tarihçiler için bir ikilemdir. İstemediğin bir sonuçla karşı karşıya kaldığın zaman bunu görmezden mi geleceksin?"
Bu cümle içindeki soru, tarih açısından önemli bir noktaya dikkat çeker. Bir an için gerçekten bir tarihçi olduğunuzu hayal edin. Bu zamana kadar doğru bildiğiniz, düşüncelerinizin altyapısını oluşturan görüş, belgelerle tamamen çürütülmüş. Ne yaparsınız? (Bu noktada şu yazımıza da göz atabilirsiniz: Backfire Effect ve Backfire Effect'e Karşı Saldırı) Görmezden gelip, kendi görüşünüze dayanak oluşturacak belgelerin peşinde koşturmaya, bu belgeleri kendi görüş açınızdan yorumlamaya ve görüşünüze sarılmaya devam mı edersiniz yoksa yanlış biliyormuşum, gerçekler ortaya çıktığına göre tarihi bunun üzerinden yorumlamaya devam edeyim mi dersiniz?
Tarihi siyasetten ayrı tutmak neredeyse imkansızdır. Bir tarih dergisi alın elinize ve aynı konunun anlatıldığı sayfaları açın. Bu okumaların ardından derginin hangi siyasi görüşe yakın olduğunu hemen anlarsınız. Halbuki elinizdeki bir politika dergisi değil. Bunun üzerine dersiniz ki "tarihin tek olması gerekmiyor muydu?" Merak etmeyin, öyle. Tarih tektir ancak yarattığı perspektif oldukça fazladır. Bu durum, tarih yapanların da bir mantalitesi ve siyasi görüşü olmasından kaynaklanmaktadır aslında. Bir de hiçbir olayın tek bir sonucu yoktur. Bunlardan kaynaklanan farklı okumalar, kötü niyetli, bilerek çarpıtılan tarihi makalelerle birleşince tarih, içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayabiliyor. Ancak asla unutulmamalıdır ki, tarih bir bilimdir. Bilim, gerçeği öğrenme yöntemidir ve bu tarafsız bir gerçek olmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü durumu özetleyen ve açıklayan önemli bir sözdür.
Bu cümle içindeki soru, tarih açısından önemli bir noktaya dikkat çeker. Bir an için gerçekten bir tarihçi olduğunuzu hayal edin. Bu zamana kadar doğru bildiğiniz, düşüncelerinizin altyapısını oluşturan görüş, belgelerle tamamen çürütülmüş. Ne yaparsınız? (Bu noktada şu yazımıza da göz atabilirsiniz: Backfire Effect ve Backfire Effect'e Karşı Saldırı) Görmezden gelip, kendi görüşünüze dayanak oluşturacak belgelerin peşinde koşturmaya, bu belgeleri kendi görüş açınızdan yorumlamaya ve görüşünüze sarılmaya devam mı edersiniz yoksa yanlış biliyormuşum, gerçekler ortaya çıktığına göre tarihi bunun üzerinden yorumlamaya devam edeyim mi dersiniz?
Tarihi siyasetten ayrı tutmak neredeyse imkansızdır. Bir tarih dergisi alın elinize ve aynı konunun anlatıldığı sayfaları açın. Bu okumaların ardından derginin hangi siyasi görüşe yakın olduğunu hemen anlarsınız. Halbuki elinizdeki bir politika dergisi değil. Bunun üzerine dersiniz ki "tarihin tek olması gerekmiyor muydu?" Merak etmeyin, öyle. Tarih tektir ancak yarattığı perspektif oldukça fazladır. Bu durum, tarih yapanların da bir mantalitesi ve siyasi görüşü olmasından kaynaklanmaktadır aslında. Bir de hiçbir olayın tek bir sonucu yoktur. Bunlardan kaynaklanan farklı okumalar, kötü niyetli, bilerek çarpıtılan tarihi makalelerle birleşince tarih, içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayabiliyor. Ancak asla unutulmamalıdır ki, tarih bir bilimdir. Bilim, gerçeği öğrenme yöntemidir ve bu tarafsız bir gerçek olmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü durumu özetleyen ve açıklayan önemli bir sözdür.
Mesela anlatmak istediğimi hemen şu şekilde özetleyebilirim: Benim bu yazıda Atatürk'ün sözünü paylaşmam bile, yazıyı okuyanların beni siyasi bir tarafta konumlandırmalarına sebep olabilir. Çünkü, Atatürk siyasi bir şahsiyettir ve bu durum onu herkes tarafından eleştirilebilir bir konuma getirmektedir. Benim onu referans göstermem bir kesimin gözünde onu "putlaştıran/ilahlaştıran" kişilerden biriymişim gibi algılatabilir. Atatürk sadece siyasi bir şahsiyet değil, aynı zamanda askeri ve tarihi bir şahsiyettir. Her başlığın altına ciltlerce kitaplar yazılabilir bir karakterdir. Bu yüzden Atilla İlhan'ın da sorduğu gibi "Hangi Atatürk" sorusunun çok fazla cevabı vardır. Seven ve büyük özlemle ananlar olduğu gibi sevmeyen ve saygı duymayan da çok fazla insan vardır. İşte bu sebeple eğer bu yazıyı okuyanlardan biri sevmeyen tarafta konumlandırıyorsa kendini, Atatürk'ün sözünü paylaşmam bile onu rahatsız etmiş ve beni siyasi olarak bir tarafta konumlandırmasına sebep olmuş olabilir. Bunu da oldukça normal karşılıyorum. Çünkü Türkiye, tarihiyle yüzleşmekten kaçınan, hala 20. yüzyılın kalıplarına tutunmaya çalışarak ayakta kalmaya çalışan bir ülke. Pek çok açıdan ilerlemenin başlangıcı olabilecek bu sorunların çözümüne dair kimse bir çaba içinde değil. Bu zamana kadar bir çaba içinde olduğunu iddia edenler oldu, ancak bir arpa boyu yol alınmamış gibi görünüyorsa olaylar, aslında "kimse çözüm için gerçekten çabalamamış" denilebilir.
Tarih kaçınılmaz bir şekilde siyasidir. Mesele, bunu cesurca ele alabilmek ve tarihi gerçekleri hangi tarafın dediğine yakın olursa olsun kabullenebilmek. Yanılmıyorsam Soren Kierkegaard'ın bir sözüydü: "Cesaret eden bir süre dengesini kaybeder ama cesaret etmeyen kendisini kaybeder."
Yorumlar
Yorum Gönder